Akşener: “Yazlık Merkez Bankası Başkanı ayrı, kışlık Merkez Bankası Başkanı ayrı”
İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, gündeme dair açıklamalarda bulundu.
İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, gündeme dair açıklamalarda bulundu. Akşener açıklamasında şu ifadelere yer verdi:
“Biliyorsunuz 3 yıl önce sayın Erdoğan âdeta; “Ver yetkiyi, gör etkiyi.” diyerek bizlere bir söz vermişti.
Neydi o söz?
Arkadaş bizlere faizle, enflasyonla, dolarla, nasıl mücadele edilir gösterecekti.
Değil mi?
Nitekim bugün ülkemizde devletin bankaları onun yetkisinde.
Medyanın büyük çoğunluğu onun kontrolünde.
Hazine, maliye yine onun yetkisinde.
Hatta bağımsız olması gereken Merkez Bankası bile onun yetkisinde.
Yani tüm yetkiler kendisinde.
Peki ya etki?
Etki ortada.
Faizler ve enflasyon tavan, dolar 10 liraya koşuyor.
İşsizlik alıp başını gitmiş.
Çiftçi, esnaf, emekli, herkes perişan.
İşte size Partili Cumhurbaşkanlığı ile uçan Türkiye.
İşte size tam yetkili sayın Erdoğan’ın 3 yılda ülkemize olan etkisi.
Gösterdiği bu olağanüstü yönetim performansı yetmiyormuş gibi kendisi bir de âdeta dolaptaki yazlıklarla kışlıkları değiştiriyormuş gibi Merkez Bankası Başkanlarını değiştirmeyi de son zamanlarda alışkanlık hâline getirdi.
Normalde görev süreleri 4 yıl olan Merkez Bankası Başkanları sayın Erdoğan sayesinde artık mevsimlik işçi oldular.
Yazlık Merkez Bankası Başkanı ayrı, kışlık Merkez Bankası Başkanı ayrı.
Her sezona yeni bir başkanla giriyoruz.
Nitekim son olarak geçtiğimiz hafta faiz indirimine mesafeli duran kurul üyelerine de el attı.
Bunun kaçınılmaz etkisi olarak da milletimizi dizginlenemeyen bir dolar kuruyla baş başa bıraktı.
Sayın Erdoğan farkında mısın artık bilmiyorum.
Ama sen bildiğini okumaya, her şey yolundaymış gibi davranıp sorumsuzca konuşmaya ve sorunları çözmek yerine halının altına süpürmeye devam ettikçe dolar artıyor.
Dolar arttıkça milletimizin alım gücü düşüyor.
Dolar arttıkça esnafımız, sattığının yerine yenisini koyamıyor.
Dolar arttıkça çiftçinin mazotu, gübresi, ilacı, tohumu zamlanıyor.
Dolar arttıkça orta ölçekli firmalarımız zora giriyor, servetimiz el değiştiriyor.
Firmalarımız yok pahasına yabancıların eline geçiyor.
Yani milletimiz perişan oluyor ve tüm bunlar olurken Maliye Bakanı zaten ortada yok.
Sense sadece seyrediyorsun.
Aynı senin seyrettiğin gibi Merkez Bankası Başkanı da seyrediyor.
Bu arkadaş bir de çıkmış; “125 milyar dolar rezervimiz var.” diyor.
E, madem o kadar rezervin var müdahale etsene.
Niye doların artışına seyirci kalıyorsun?
Niye milletimizin yoksullaşmasına kayıtsız kalıyorsun?
Müdahale etsene kardeşim.
Edemez.
Değerli dava arkadaşlarım, edemez.
Çünkü rezervler Merkez Bankası’nın değil.
128 milyar doları çatır çatır yediler.
Merkez Bankası da tam takır, kuru bakır kaldı.
Şimdi de ödünç aldıkları dövizler için alacaklılar kapıda bekliyor.
İşte o nedenle müdahale edemez.
Şu anda Merkez Bankası’nın net rezervi maalesef eksi 43 milyar dolar.
Yani Merkez Bankası bugün; “Dükkânı kapatacağım.” dese 43 milyar dolar paraya ihtiyacı var.
Her seferinde söyledik.
Her seferinde uyardık.
Bugün burada yine tekrar ediyorum.
Merkez Bankası gücünü itibarından alır.
İtibarı da bağımsızlığından gelir.
Ama sayın Erdoğan sağ olsun.
Türkiye’nin en güzide kurumunda ne bağımsızlık kaldı ne de itibar.
Bak sayın Erdoğan her sorunun çözümü önce doğru teşhisle başlar.
Milletimizin sana verdiği tüm bu yetkilerden sonra dolar kurunun son 3 yılda 4 buçuk liradan 9.33 liraya çıkmasının sebebi sensin, sen.
Bunu artık kabul et.
Sen sözüm ona faizleri düşürdün.
Ama Türkiye’nin risk primi arttı.
Risk primi artınca tahvil faizleri arttı.
Ticari kredilerin faizleri arttı.
Döviz cinsinden bulunacak dış kaynak için ödenecek faiz de arttı.
Senin bu beceriksizliğin yüzünden devlet bütçesinden sadece bu yıl 200 milyar lira faiz ödemesi yapılacak.
Bu 200 milyar lira Türkiye’de kayıtlı 22 milyon çalışanın vergilerinden daha yüksek.
Yani 22 milyonun ödediği verginin tamamı faize gidecek.
Dahası var.
Kurdaki bir liralık artış dış borcumuzu da 450 milyar lira artırıyor.
Sayın Erdoğan Partili Cumhurbaşkanı olarak göreve geldiğinden bu yana ülkemizin dış borcu tam 2 trilyon lira arttı.
Peki bu borç nasıl ödenecek biliyor musunuz?
Ürün fiyatları artacak, öyle ödenecek.
Gıda fiyatları artacak, öyle ödenecek.
Doğal gaz ve elektrik fiyatları artacak, öyle ödenecek.
Giyim kuşam fiyatları artacak, öyle ödenecek.
Yani bizlerin cebinden çıkan para ile ödenecek.
Onların ceplerinden kuruş çıkmayacak.
Lüküs hayatları tam gaz sürecek.
Faturayı millet olarak hepimiz ödeyeceğiz.
Milletçe bize bu faturayı kesen de bu hesabı ödeten de bizzat sayın Erdoğan’dır.
Paramızın pul olmasının sebebi de borç içinde yüzmemizin nedeni de bizzat sayın Erdoğan’dır.
Tokatlı gencimize gece saat 1’e, 2’ye kadar kurun yükselişini izleten de Bursalı esnafımıza yerli ürünü dolarla aldırtan da bizzat sayın Erdoğan’dır.
2018’de aldığı yetkiyle sefa süren de milletimizin kendisine gösterdiği güveni boşa çıkartan da bizzat Sayın Erdoğan’dır.
İşte o nedenle; “Vakit Türkiye Vakti” diye iş başına gelenlerin artık bu milletin yakasından düşme vakti geldi de çattı.
Haydi sayın Erdoğan, vakit tamam.
Çırpınmanın, çamura yatmanın âlemi yok.
Milletimizin bu gidişe daha fazla tahammül edemez, tahammülü kalmadı.
Artık vakit, hesap vakti.
Artık vakit, sandık vakti.
Artık vakit, seçim vakti.
Atık vakit, iyilerin vakti.
Değerli dava arkadaşlarım,
Sayın Erdoğan ve arkadaşları dış politikayı da tıpkı ekonomiyi yönettiği gibi yönetiyor.
Yani akılsız ekonomi politikaları ve keyfi kararlar nasıl risk primimizi arttırıp ödediğimiz bedeli yukarı çekiyorsa benzer bir durumu dış politikada da yaşıyoruz.
Biz bugün Suriye’de sayın Erdoğan’ın önce ABD’ye, ardından da Rusya’ya sorumsuzca verdiği tutulması mümkün olmayan sözlerin bedelini ödüyoruz.
Kendisi Suriye’de şahsının politikalarını uyguluyor.
Bedelini de milletimiz cebiyle, Mehmetçiğimiz ise canıyla ödüyor.
Gelin hep birlikte yakın geçmişi bir hatırlayalım.
Suriye’de iç savaş ilk başladığında sayın Erdoğan, Şam’da Cuma Namazı kılma hayallerinin peşine düştü.
Bu hayalini de ABD’nin desteğiyle gerçekleştirebileceğini düşündü.
Bunun için Şam hükûmetini tamamen karşısına aldı.
Beraber deniz tatili yaptığı kardeşi Esat’ı anında; ‘’Katil Esed’’ yaptı.
İstikrarsızlaşan Suriye’yi de pkk’nın eline bıraktı.
Sonra ne oldu?
2015 yılının Ekim ayında ABD’nin, Esad’ı devirmek için savaşmaya hiç de niyetli olmadığını anlayan Rusya bizzat Suriye’ye asker çıkarınca sayın Erdoğan da kısa bir bocalamanın ardından bu sefer de dümeni Rusya’ya kırdı.
Bu dönemde, Rusya ile iyi ilişkiler kurmak için taviz üstüne taviz verdi.
Bu dahiyane; “Ne vereyim abime?” yaklaşımının sonucunda bugün başımıza bela olan ve fellik fellik kurtulmanın yollarını aradığımız S-400’ler 2 buçuk milyar dolar peşin para karşılığında satın alındı.
Burada bir parantez almak istiyorum.
Sığınmacıların ister Afgan’ı ister Suriyelisi ister Nijeryalısı ister bir başkan ülkeden gelmiş; olanına sövmek, onları düşmanlaştırmak, onlara her türlü hakareti etmek işin en kolayı.
Bu nedir biliyor musunuz? Bu güçten korkup ama o güce duyduğun nefreti yanındaki acize yönlendirmektir.
Bu işin sorumlusu bizatihi Erdoğan’dır!
Günahı da onundur.
Vebali de onundur, kefaleti de onundur, yarın hesabı sorulacak kişi de odur.
Gücün merkezi de kendisi sorgulanmadığı için kendisine yürünmediği için onlar da Türkiye’de herhangi bir karışıklık olma ihtimalinin gerekçesi ve ona karşılık yapılması gereken ağır tedbirlerin alınabilmesi için bu bahsettiğim sığınmacı insanların düşmanlaştırılmasına bu iktidar göz yumuyor, yol veriyor. Ama yemezler Erdoğan, yemezler!
Sonra Önder Mahallesi’nde ortaya çıkan o iş üzerine birçok o gücün karşısında boynunu eğen ve titreyenler sığınmacıları hedef gösterenler masanın altına saklanırken bizi yöneten muhteremler bizi hedef göstererek ince ince sırıttılar, yemezler Erdoğan yemezler!
AK Parti ise bu işe bir çeki düzen vermek yerine, “Suriyeli olmasa Türk sanayisi çöker” gibi garip bir anlayış doğrultusunda “Afganlar olmasa tarım çöker, hayvancılık çöker” diyen bir garip anlayışla sığınmacıların güvencesiz ve insani olmayan şartlarda çalışmalarına göz yumup Türk işçilerin yerini almalarına seyirci kalıyor.
Buradan bir uyarı daha yapıyorum…
Türkiye’de 5.5 milyon sığınmacı var deniliyor, sayısı da bilinmiyor bu arada. Türkiye bir hendek oldu. Batı’ya göç etmek isteyen insanların durduğu, düştüğü bir hendek oldu. Bu insanların okul durumu yok. Bu ülkenin dilini öğrenmeye yönelik herhangi bir durumu yok, bu insanların Türkiye’de ne yapacağına dair herhangi bir bilgi yok, bu insanların sayısı ve nerelere yerleştiğine dair bir bilgi yok.
Almanya’ya ilk giden kişi sayısı 364 ya da 367 bin kişiydi, bugün Almanya’da 5 milyon insanımız yaşıyor. 5.5 milyon sığınmacının Türkiye’de kalması durumunda nüfusun ve demografinin nasıl değişeceğini de doğum hızıyla hesapladığınız zaman ortaya çıkan bir başka gerçek ve bir başka tehdit.
Sözlerimin en başında söylediğim, Erdoğan “abidik gubidiği” bırak, bu insanlara da yazık, bu ülkeye de yazık, otur Esad’la anlaş. İki sene evvel dedim, egon müsaade etmiyorsa ben giderim dedim. Bu insanları ülkelerine gayet refah içerisinde can güvenliklerinin sağlandığı bir biçimde gönderilmesine gayret et, bunu sağla. Aksi takdirde hayal ettiğinin çok ötesinde yönetemeyeceğin işler ortaya çıkar. Uyarmadı deme, bu meseleyi bilen buna çalışmış bir insan olarak söylüyorum. Bu insanların köle gibi çalışmasıyla ortaya çıkan, apaçık bir insanlık suçu işliyorsun. Yarın biz olmasak bile bir başkası bunun üzerinden senden hesap sorar Erdoğan! Bütün bunların anlamı ne biliyor musunuz? Acımasızlık, bir süre daha bu ülkeyi yönetebilme, bir süre daha bu ülkenin kaynaklarına çökme istediği.
Öyle ki Türkiye bu alımı yaptığı için yıllardır yatırım yaptığı F-35 projesinden çıkartıldı ve yaklaşık 11 milyar dolarlık bir kayba uğradı.
Dolayısıyla S-400 işinin bize maliyeti 13.5 milyar dolar yani 120 milyar Türk lirası oldu.
Bunun karşılığında ise elimizde dekoratif roketlerimiz F-35’lerin de posterleri kaldı.
Sürecin devamında iktidar 2018 yılında imzaladığı Soçi Mutabakatı’nda İdlib’teki radikal unsurların Şam hükûmetine ve Rus birliklerine herhangi bir saldırıda bulunmayacağını garanti etti.
Üstelik sayın Erdoğan bununla da yetinmedi.
Herhangi bir saldırı durumunda Rusya ile ortak tepki vereceğini de taahhüt etti.
Peki sonuç ne oldu?
Tüm itirazlarımıza ve uyarılarımıza rağmen yürütülen bu akıllara zarar diplomasinin ilk acı sonucunda 2020 yılının Şubat ayında İdlib’te 33 evladımız şehit oldu.
Yani Soçi Mutabakatı’na uymayan Rusya ve Esad oldu.
Ama görüşme talep eden yine biz olduk.
Askerimizi şehit eden Rusya ve Esad oldu.
Ama Putin’in ayağına gidip kapılarda bekletilen yine biz olduk.
Moskova’da kazanan Rusya ve Esad oldu.
Ama geri adım atan yine biz olduk.
Sayın Erdoğan şu ana kadar aldığın tüm yanlış kararlar ülkemizi bu noktaya getirdi.
Şimdi de çıkmış; “Tehditleri oradan ya etkin güçlerle ya da kendi imkânlarımızla bertaraf etmekte kararlıyız.” diyorsun.
Ama kimin elinin, kimin cebinde olduğu belli olmayan bir yerde bunu neye güvenerek söylüyorsun?
Mesela geçtiğimiz günlerde kankan Putin’le yaptığın gizli görüşmede Rusya’nın hava sahasını bize açacağının garantisini aldın mı?
Geçmişte sırf iç politikada rüzgâr olsun diye yaptığın dış politika giderlerinden sonra her defasında verdiğin tavizlerden yola çıkarak seni şimdiden uyarmak istiyorum.
Bu milletin parasını daha fazla sokağa atamazsın.
Eğer Afrin’de kalmak için her 2 senede bir Putin’e 2 buçuk milyar dolar ödeyeceksen sana ev sahibi değil, kiracı derler.
Toprak bütünlüğünü koruyan bir Suriye Türkiye’nin lehinedir.
O nedenle ya Esad’la masaya otur ve Şam hükûmetinin egemenlik tesis etmesine yardımcı ol ya da bölgedeki Mehmetçiğimizi korumak için gereken tedbirleri bir an önce al.
Ama sakın günü kurtarmak ve kamuoyunu oyalamak için Putin’e o haracı ödemeyi aklından geçirme.
Yoksa milletimizin emeğinin, evlatlarımızın geleceğinin hesabını sormak için karşında bizi bulursun.
Ne yazık ki Ak Parti iktidarıyla birlikte siyasetçilerin milletin derdinin değil, rantın peşinde koştuğu; dertlerimizin değil, dedikoduların gündem olduğu bir büyük siyasi yozlaşmayla karşı karşıya kaldık.
27 yıllık siyasi hayatını; “Seçmen velinimettir.” anlayışıyla yaşamış biri olarak bu yozlaşmaya son vermek; rekabeti tıpkı olması gerektiği gibi millete hizmet üzerinden yürütmek ve seçmeni yeniden velinimet yapmak için arkadaşlarımla birlikte 22 aydır ülkemizi karış karış geziyoruz.
Bu hafta Tokat ve Bursa’daydık.
Bakın Tokatlı ve Bursalı vatandaşlarımız ne diyor?
Derdini dökerken sinir krizi geçiren Zileli bir anne; “3 çocuğum atanamadı.
Eşim iş kazasında parmaklarını kaybetti ve işsiz.
Biz şimdi ne yapacağız?” diyor.
Pancar üreticisi bir kardeşim; ‘’Bunu götür ve o salonu dolduran….’’ dedi.
“Biz çiftçiler olarak bırakın emeğimizi, gübremizi dahi alamıyoruz. Bir ton pancara bir çuval gübre gidiyor. Dolayısıyla tarlamızı süremiyoruz. Pancar dahi üretemiyoruz.” diyor.
Çocuklarını okutmak için ayıkladığı cevizlerden elleri çatlayan Bursalı bir çiftçi kardeşim, bir kadın çiftçi kardeşim; “Biz insanca yaşamayı hak etmiyor muyuz?
‘’Benim maaşım’’ emekli maaşı alıyor; ‘’2 bin lira, onlara bir günlük çay parası.
İki çocuğum var.
Biri İngilizce öğretmeni oldu.
Şimdi otelde garsonluk yapıyor.
Yazık, günah değil mi bize?” diyor.
Gemlik zeytininin yok edilmesine isyan eden Bursalı zeytin üreticisi kardeşim diyor ki; “Her yıl zeytinimiz 1 lira zamlanıyor.
Her yıl gübreye, ilaca %30-40 zam gelirdi eskiden. Bu yıl %140, %150 zam geldi.
Artık dayanacak gücümüz kalmadı. Biz bu durumda nasıl üreteceğiz?”
Duruma bakar mısınız?
Ayıptır, günahtır.
Üreticimizi bu duruma düşürmeye ne hakkınız var?
Bu vesileyle buradan dile getirmek istiyorum.
Tarım girdi maliyetlerine göre küçük zeytinin fiyatı 9 lira 25 kuruş, iri zeytinin fiyatı ise 25 lira olmalıdır.
Zeytin üreticisi kardeşlerim hiç merak etmesin.
Bu işin peşini bırakmayacağız.
Orhangazili bir esnaf kardeşim diyor ki; “Burası Diyanet’in yeri. Kiralarda çok zorlandık.
17 gün dükkânımızı açmasak da kiramızı ödemeye çalıştık.
Bir gün geciktiğinde faiz koyuluyor.
Diyanet’te bile faiz var.
Dinimizde haram ama yine de faiz işletiyorlar.”
Diyanet’in hâline bakar mısınız?
Allah ıslah etsin hepsini.
Biliyorsunuz her fırsatta iktidarın yaptığı projelerin milletimize yük, yandaşa da rant olarak dönmesine karşı olduğumuzu söylüyoruz.
Bursa’da bunun bir başka örneğiyle karşılaştık.
Yük değil, âdeta dert taşıyan Bursalı bir kamyoncu esnafı kardeşim dedi ki; “Vergilerden dolayı aşırı derecede yük bindi üzerimize.
Şu anda matrah artırımı geldi.
Peşin olarak 38 bin lira ödedik.
Eğer peşin ödemeseydik 46 bin lira olarak taksitlere bölünecekti.
Ücretlerden dolayı köprülerden geçemiyoruz. Otobanlardan geçemiyoruz.”
Şimdi kamyoncu esnafı borçla yaşıyor.
Sayın Erdoğan işte durum tam olarak bu.
Sen istediğin kadar köprü, yol, tünel yap.
Eğer vatandaşlarımız yüksek fiyatlardan dolayı o yoldan, o tünelden, o köprüden geçemiyorsa; o köprüyü kullanamıyorsa, bir de üstüne ödemek zorunda kaldığı vergilerin altında eziliyorsa sen millete hizmet etmenin değil, rantın peşindesin demektir.
Bu kadar basit.
Biz de işte tam olarak bu nedenle diyoruz ki; Projeye değil ranta karşıyız!
Değerli milletvekilleri;
Tokat’ta beni en çok üzen durum, gençlerimizin durumuydu.
Üniversiteye başladığı için mutlu olması gerekirken; “Okul bitince iş bulacak mıyım?” kaygısı yaşayan genç bir kardeşim dedi ki; “Bu ülkede her gün bir zam geliyor.
Artık gerçekten gençler olarak hayalimiz Avrupa’da yaşamak.”
Ama dikkat edelim.
Bu Avrupa’da yaşama hayali anca oturdukları koltuklardan sallamayı bilen; “Telefonunu çıkar bakalım”cı tayfanın söylediği gibi Avrupa’yı keşfetmek için falan değil.
Bu oğlumuz sözlerinin devamında; “Ben çalıştığım parayla kendime bir şey alamıyorum.
Ama Avrupa’daki insanlar araba alıyor. En son model telefon alıyor.
Biz gençler olarak gerçekten ümitsiziz.” dedi.
Bir başka genç kardeşimiz; “Yol masrafım günlük 7 lirayı buluyor.
Yemek yesem 10 lira gidiyor. Akşamına param yok.
Hiçbir aktivitem yok. Yapabileceğim bir şey yok.” dedi.
Ellerini göstererek yanıma gelen, gözündeki yaşlarla yüreğimi parçalayan bir başka evladımız; “Üniversite okuyorum, ellerime bakın. Hatay’da tarlada çalıştım.” dedi.
Bir tarafta geleceğe dair zerre umudu kalmayan bu gençlerimiz gözünde yaşlarla hayata tutunmaya çalışırken; diğer tarafta bu çaresizliği görmeyen, gençlerimize elini uzatmayan; onları her fırsatta yargılayan, aşağılayan ve suçlayan sayın Erdoğan ne yapıyor?
Haftada bir gençlerle buluşup utanmadan şarkı türkü söylüyor.
Yazıklar olsun.
Gençlerimizi bu duruma düşüren zihniyetiniz batsın.
Gençlerin karnı o türkülere tok sayın Erdoğan!
İnanmıyorsan hodri meydan.
Git o türküleri bir de işsiz, umutsuz gençlerimizin yanında söyle bakalım.
Eşlik mi edecekler, alkış mı tutacaklar işte o zaman anlarsın.
Ama artık milletinden o kadar koptun ki bırak gençlerimizi; senin artık geçmişte sana oy veren hatta Ak Parti teşkilatlarında emek vermiş kardeşlerimizin durumundan bile haberin yok.
Ziyaret ettiğim yerlerde geçen seçimlerde Ak Parti’ye oy vermiş kardeşlerimizle de karşılaşıyoruz.
Elbette onların da durumlarını soruyorum.
Onlarla da dertleşip sohbet ediyorum.
Nasıl olduklarını, neler hissettiklerini öğreniyorum.
Eskiden sana toz kondurmazlardı.
Sonra; “Reis’e yardım et. Onun yanında dur.” demeye başladılar.
Çok ilginç.
Peki şimdi durum nasıl biliyor musun?
Bilmiyorsun elbette.
O nedenle ben söyleyeyim.
Artık onlara sırtını döndüğünü ve sıkıntılarını umursamadığını düşünüyorlar.
Bugüne kadar köylerinde, mahallelerinde, aile ve arkadaş ortamlarında seni karşılıksız savunan ve geçen seçimlerde sana son bir şans verenler şimdi neredeyse Ak Parti’ye oy verdiklerini gizleyecek durumdalar.
Kendi iç dünyalarında bu sıkıntı, hüzün ve sıkışmışlıkla yaşıyorlar.
Ak Parti teşkilatlarında görev yapan kardeşlerimiz bile artık bir araya geldiklerinde bu gidişatın hayra alamet olmadığını, bu kafayla sonuç alınamayacağını konuşuyorlar.
Ak Parti teşkilat mensupları bile artık iyi bir habere hasret kalmış.
Ama nerede.
Gerçekleri görmelerine rağmen saraydaki 5 maaşlı utanmazlardan her şeyin iyi gittiği, milletin bir elinin yağda, bir elinin balda olduğu; bolluk, bereket ve huzur içinde mutlu bir hayat sürdüğü masallarını onlar da dinliyor ve daha da ötesi onlardan bu masalları milletimize aynen aktarmaları bekleniyor.
Bu düpedüz zulümdür.
İşte o nedenle sen artık geçmişte sana güvenip oy verenleri bile umursamayacak kadar milletinden kopmuş olsan da ben milletin meclisinde, milletimizin dertlerini konuşmaya devam edeceğim.
Sen ve yancıların milletimizin feryadına bile tiyatro deyip geçseniz de ben memleketi, il il, ilçe ilçe dolaşıp milletimizle buluşmaya devam edeceğim.
Sen duyulmasın, görülmesin diye yayınları kestirsen de ben her hafta bu kürsüde sözü milletimize bırakmaya devam edeceğim.
Her hafta olduğu gibi bu hafta da Milletin Kürsüsü’nde görmezden gelinen bir başka meslek grubunun değerli bir temsilcisini ağırlıyoruz.
Astsubay Emeklisi bir kardeşimiz Fahrettin Bağrı Bey aramızda.
Bugün kendisinden, fedakâr astsubaylarımızın dertlerini dinleyeceğiz.
Buyurun Fahrettin Bey, söz de kürsü de sizindir.
Teşekkür ederim.
Astsubaylarımız bizim için ordumuzun şerefli emektarlarıdır.
Hiç endişeniz olmasın.
Ben ve arkadaşlarım bu sorunların takipçisi olacağız.
Şayet mevcut iktidar gereğini yapmazsa seçimden sonra gereğini inşallah biz yapacağız.
İçiniz rahat olsun.
Ak Parti’nin başımıza bela ettiği bu ucube sistem nedeniyle Türkiye maalesef bugün bir istihdam kriziyle karşı karşıya.
Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi’ne geçtiğimiz 2018 yılından bugüne kadar çalışma çağındaki nüfusumuz 3 milyon artarken çalışan kişi sayımız 667 bin azaldı.
İşsiz sayımız da 678 bin arttı.
İş gücüne katılma oranımız 2 buçuk puan, istihdam oranımız ise 3.4 puan azaldı.
Hatırlayın.
İktidara geldiklerinden beri özel sektöre dayalı bir büyüme ve istihdam modeli inşa edeceklerini söyleyenler nedense son yıllarda bunu pek dile getiremez oldular.
Bu ilginç durumun nedeni Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı’nın verilerinde saklı.
Bu verilere göre ülkemizde kamuda istihdam edilenlerin sayısı 2017’nin ikinci çeyreğinden 2021’in ikinci çeyreğine tam 1 milyon 244 bin kişi artmış.
Yani dört yılda 1 milyon 244 bin kamu çalışanı pek de liyakat kriterleri gözetilmeden işe alınmış.
Aynı dönemdeki TÜİK verilerine göreyse toplam istihdamdaki artış 103 bin kişi olmuş.
Bu ne demek biliyor musunuz?
Bu özel sektördeki istihdam 1 milyon 141 bin kişi azalmış demek.
Yani özel sektörde işten çıkarılan her 100 kişiye karşılık kamuda 109 kişi işe alınmış demek.
Nitekim bugün ülkemizde kayıtlı çalışanların dörtte biri kamu tarafından istihdam ediliyor.
Bu öyle bir oran ki.
Sadece iş dünyasını demokrasiye doyurmalarıyla meşhur Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde görülebiliyor.
Yani istihdamda Avrupa ülkeleriyle rekabet edebilecek potansiyele sahipken sayın Erdoğan ve fevkalade yetkin mesai arkadaşlarının elinde Türkiye Orta Doğu ve Kuzey Afrika’nın ileri demokrasileriyle rekabet ediyor.
Vizyona bakar mısınız?
İktidardakilerin dünya liginde ülkemiz için layık gördüğü yere bakar mısınız?
Yazıklar olsun.
Peki, ülkemizde özel sektör neden istihdam sağlayamıyor?
Cevabı basit.
Çünkü özel sektör önünü göremiyor.
Ne döviz kurunu ne finansman maliyetini ne de saat başı keyfi bir şekilde değişen vergi mevzuatını kestirebiliyor.
Hâl böyle olunca da yeni iş sahaları oluşturmak için yapması gereken yatırımları devamlı erteliyor.
Özel sektör yeterli iş sağlayamayınca ne oluyor?
O zaman da zaten az sayıdaki çalışanımızın pazarlık gücü azalıyor.
Böyle bir ortamda ise hem ücretler düşük oluyor hem de kayıt dışına yönelim oranı artıyor.
Ülkemizde ücretlerin millî gelirden aldığı payın tarihin en alt seviyesine inmesi de işte tam olarak bu yüzden.
Tüm bu acı tablo içerisinde bir yandan da kamuda işe girmek için Ak Partili amca, teyze, dayı ve kayınçolar üzerinden giden gayri ahlaki torpil mekanizmaları çalışmaya başlıyor.
Yani artık Ak Parti iktidarı sayesinde siyasetçiler vatandaşa değil, vatandaş siyasetçilere hizmet etmeye başlıyor.
Nitekim TÜGVA gibi ne dolaplar çevirdiği daha yeni yeni açığa çıkmaya başlayan vakıf görünümlü, alengirli yapılar da bu sayede güçlenmeye başlıyor.
Peki, sizce ülkemizde çalışanlar gerçekten iyi işlerde mi çalışıyor?
Hayır, keşke öyle olsa.
Sosyal Politikalar Merkezi’nin yayımladığı iyi işlerde çalışma verilerine göre ülkemizde çalışma çağında olanların sadece %28.7’si iyi işlerde çalışıyor.
Çalışma çağındaki her 6 kadından ise sadece 1’i iyi işlerde çalışabiliyor.
İş gücü piyasasındaki tüm bu olumsuz gelişmelerle birlikte kayıt dışı istihdam problemiyle de karşılaşıyoruz ve maalesef bu mesele sanıldığından daha derin.
En önemli nedenlerinden biri de iktidarın uyguladığı düzensiz ve sorumsuz göç politikası.
Bugün tarımda, sanayide ve hizmet sektöründe düzgün denetim yolları kullanılmadığı için mavi yakalı çalışanlarımızın yerini daha kötü koşullarda ve güvencesiz çalışmayı kabul eden sığınmacılar alıyor.
Ak Parti ise bu işe bir çeki düzen vermek yerine; “Suriyeliler olmasa Türk sanayisi çöker.” gibi garip bir anlayış doğrultusunda sığınmacıların, güvencesiz ve insani olmayan şartlarda çalışmalarına göz yumup Türk işçilerinin yerini almalarına seyirci kalıyor.
Buradan bir uyarıyı daha yapayım.
5 buçuk milyon…
ve apaçık bir insanlık suçu işliyorlar.
Pir Sultan Abdal’ın daha önce de bu kürsüde atıfta bulunduğum bir sözü vardır; “Demiri demirle dövdüler. Biri sıcak, biri soğuktu. İnsanı insana kırdırdılar. Biri aç, biri toktu.”
İşte Ak Parti iktidarı da istihdam konusunda aynen bu yolu seçiyor.
İnsanlarımıza güvenceli istihdam sağlamak yerine yoksulluğa mahkûm etmeyi, çaresizliği öğretmeyi, insanlık onurunu kırmayı tercih ediyor.
Yani bu iktidar yoksullukla mücadele etmeyi değil, yoksulluğu yönetmeyi tercih ediyor.
Yani 5 maaşlı danışmanlar, gelinler, damatlar ve yeğenler sarayda sefa sürerken bu iktidar, milletimizi açlığa ve işsizliğe, mahkûm etmeyi tercih ediyor.
Kimsenin şüphesi olmasın.
Bu eğri düzen değişecek.
Artık biz varız.
İYİ Parti iktidarında Türkiye iyileşecek!
Geçen hafta da yine bu kürsüden dile getirdiğim gibi biz sadece vaatte bulunmuyoruz, çözümler öneriyoruz.
Çünkü bizim siyasetimizin merkezinde milletimiz vardır.
Milletimizin dertlerini dinlemek ve bu dertlere derman olmak vardır.
Birbirine entegre ve sürdürülebilir çözümler, projeler, programlar vardır.
Türkiye’nin potansiyelini harekete geçirecek bir büyük vizyon vardır.
Nitekim bu kürsüde bugüne kadar sayısız önerilerimizi, çözümlerimizi, projelerimizi milletimizle paylaştık.
Mesela dedik ki; “Ülkemizde ekonominin kalkınarak büyümesinin, özel sektörün yatırım yapıp istihdam sağlamasının önündeki en büyük engel; hukuksuzluğun, keyfiyetin ve ciddiyetsizliğin hüküm sürdüğü bu ucube sistemdir.”
Bunun için de İyileştirilmiş ve Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem önerimizi sunduk.
“Bu sistemle;
Ülkemizdeki hukuksuzluğun ve adaletsizliğin önüne geçip,
kuvvetler ayrılığı prensibini, yeniden inşa ederek,
yatırım iklimini geliştirip, insanlarımıza iyi ve güvenceli işler sağlayacağız.” dedik.
Mesela;
“Ülkemizdeki çalışanlardan, çok fazla vergi toplanıyor.
Bu adaletsiz vergi sistemi ile,
iş dünyasında rekabeti ve hakkaniyeti sağlamak çok zor.” dedik.
Bunun için de, ARTAGAN projemizi geliştirdik.
“Bu projeyle;
Vergi tabanını geliştirip, vergi oranlarını düşürerek,
iş dünyasının ve çalışanların, daha az vergi ödeyip,
daha fazla kamu hizmeti almasını sağlayacağız.” dedik.
Mesela;
“Ülkemizde yoksulluk artıyor.
İki asgari ücretli çalışanın olduğu, iki çocuklu bir aile,
açlık sınırının altında gıda tüketiyor.” dedik.
Bunun için de;
İlk önce, İYİ asgari ücret önerimizi yaptık.
“Asgari ücretten gelir vergisi alınmasın,
Çalışanımıza brüt kazancı net olarak ödensin.” dedik.
“Böylece, işverenimizin üzerindeki yüksek işgücü maliyeti azalsın.” dedik.
“Hem kayıt dışı istihdam azalsın,
Hem de çalışanlarımız, daha fazla kazansın.” dedik.
Sonrasında, Rüzgârgülü Projemizi tanıttık.
“Hem çocuklarımızın, sağlıklı beslenmesini sağlayalım,
hem de ailelerin üzerindeki, gıda bütçesini ve harçlık yükünü hafifleterek,
yoksulluğu 1.9 milyon kişi azaltalım.” dedik.
En son geçen hafta da, İYİ Sanayi Yaklaşımımızı tanıttık;
İş Birliği’yle, Yatay Politikalarla ve İnovasyon odaklı bir yönetim anlayışla,
sanayicimizi nasıl destekleyeceğimizi anlattık.
Bugün de İYİ Parti olarak;
Ülkemizdeki istihdam krizinden, en çok etkilenen kesimlerden olan,
gençlerimiz için çözümlerimizi anlatacağız.
Çünkü bizim için istihdam kriziyle mücadele,
her şeyden önce, genç işsizliğiyle mücadele ederek başlamak zorundadır.
Ülkemizin kanayan yarası olan genç işsizliğinin her geçen gün artmasının ana risklerinden biri yara izi etkisidir.
Yani gençlik yıllarında iş deneyimi kazanamayan insanlarımızın ileriki yıllarda tatmin edici ücretlerle iş bulma ihtimallerinin de azalmasıdır.
İşte bunun önüne geçmek için İYİ Parti iktidarında biz gençlerimizin işe giriş maliyetlerini azaltacağız.
Bunun yanında son zamanlarda gittiğim ilçelerde de sıklıkla duyduğumuz beceri uyumsuzluğu meselesi var.
Bunun içinse hem gençlerimizin beceri profilini dinamik olarak çıkarabileceğimiz hem de işverenlerimizin beceri beklentilerini takip edebileceğimiz bir platform oluşturacağız.
Bu platform hem eğitim ve işgücü politikalarımız için önemli bir karar destek sistemi oluşturacak hem de emek piyasası için ideal bir eşleşme mekanizması olarak çalışacak.
Bir diğer büyük problem de sayısı her geçen gün artan ne eğitimde ne istihdamda olan gençlerimiz.
Bunu çözmek için de İYİ Parti iktidarında İkinci Şans Okulları’nı ve Garantili Yetenek Programlarını hayata geçireceğiz.
İkinci Şans Okulları ile umudunu kaybetmiş ve uzun süredir işsiz olan gençlerimize tekrar eğitim imkânı sağlayarak onları istihdama kazandıracağız.
Garantili Yetenek Programlarıyla ise yeni bir kariyer alanına yönelmek veya becerilerini geliştirmek isteyen gençlerimize katılım karşılığında haftalık belirli bir ücret vererek eğitim olanakları sağlayacağız.
Bu anlattıklarım hayal değil.
Hepsinin fizibilitesi finansman planlaması ve yol haritası hazırlandı.
İktidara geldiğimizde düğmeye basmamız yeterli.
Ak Parti iktidarı giderayak boş işlerle uğraşmakta ısrarcı olsa da kimse merak etmesin biz buradayız.
Türkiye’yi sahipsiz bırakacak değiliz.
Memleketimizi bu beceriksizliğe, bu cahilliğe mahkûm edecek değiliz.
Onlar yan gelip yatıyor diye biz de tembellik edecek hiç değiliz.
İşte o nedenle milletimize iyi gelmek, Türkiye’yi iyileştirmek için durmadan çalışmaya devam ediyoruz.
Çünkü biliyoruz ki projelerimizi, programlarımızı ve çözümlerimizi uygulamaya koyacağımız günler çok yakın.
İnancımız tam, enerjimiz yüksek.
Emin adımlarla iktidara yürüyoruz.
Bu memleketi hak ettiği gibi yönetmeye geliyoruz.
E, tabii bu sırada sayın Erdoğan’ın uykularını da fena hâlde kaçırdığımızı biliyoruz.
Verdiğimiz rahatsızlıktan dolayı özür dilerim.
Ama sayın Erdoğan hiç merak etmesin.
Az kaldı, sandık ufukta göründü.
Kendisini ilk seçimde emekli edip çektiği bu çileye son vereceğiz.
Bu vesileyle kendisine şimdiden emeklilik planlarını yapmaya başlamasını tavsiye ediyorum.
25 Ekim’de partimizin 4’üncü yaş gününü kutlayacağız.
Şunu unutmayın ki biz Türkiye’nin içerisine hapsolduğu en karanlık günlerde; “Türkiye İYİ Olacak” diyerek memleketimize güneş olduk.
Bu salonu şereflendiren sizler; kadınlar, erkekler, gençler, aktif siyaset yapanlar, sadece destek olanlar.
Gözlerinizi kapatın, hayal edin.
İYİ Parti’yi kurmasaydık bugün Türkiye nasıl bir durumda olurdu.
Gerçekten kurmasaydık; ‘’Hadi’’ demeseydiniz ne olurdu?
Milletvekillerimiz, il başkanlarımız, ilçe başkanlarımız, il teşkilatlarımız, ilçe teşkilatlarımız çok değerli üyelerimiz, GİK mensuplarımız, GİK’imiz, Başkanlık Divanı’mız; gençlerimz, kadınlarımız olmasaydınız Türkiye ne olurdu?
Umutsuzluğun hüküm sürdüğü bir dönemde; “Umudunu kesme sakın. Bak iyiler var!” diyerek milletimize umut verdik.
Siyasetin yan gelip yatmaya alıştığı zamanlarda; “Millet Bizi Çağırıyor!” diyerek yollara düştük.
Bugün de acemi ellerde hırpalanmış cennet vatanımız için; “Türkiye İyileşecek!” diyerek iktidara yürüyoruz.
Adil, mutlu ve huzurlu bir Türkiye için çıktığımız bu kutlu yolda elbette önümüzü kesmek isteyenler, karşımıza dikilenler olacak.
Buradan onlara seslenmek istiyorum.
Elinizden geleni ardınıza koymayın.
Ne yaparsanız yapın, iyileri durduramayacaksınız!
Ne söylerseniz söyleyin, yolumuzdan saptıramayacaksınız!
4 değil, 40 yıl da uğraşsanız bizimle baş edemeyeceksiniz!
And olsun, şart olsun ki baş edemeyeceksiniz.
Çünkü biz İYİ Parti’yiz!
Size rağmen kurulduk.
Size rağmen büyüdük.
Size rağmen hâlâ buradayız ve size rağmen iktidara gelip size rağmen başaracağız ve bu kutlu gün geldiğinde siz utanacaksınız.
Biz başardıkça siz utanacaksınız.
Türkiye büyüdükçe siz, milletimiz zenginleştikçe siz utanacaksınız.
Bize attığınız iftiralardan utanacaksınız.
Bize ettiğiniz kötülüklerden utanacaksınız.
Türkiye’yi öyle yöneteceğiniz ki yarın; “Peki siz ne yaptınız?” diye soracak olan torunlarınızdan utanacaksınız.
Çünkü bizim yolumuz, hak yoludur, hakikat yoludur.
Bizim yolumuz millet yoludur.
Bizim yolumuz Ömer’in yoludur!
Değerli dava arkadaşlarım bu kutlu yolda, Yüce Allah yar ve yardımcımız olsun.
Rabbim emeklerimizi ibadet saysın.
Sağ olun, var olun, Allah’a emanet olun.”
Hibya Haber Ajansı