1990’lı yılların başında uygulanan güvenlik politikalarının sonucu olarak kırsaldan kentlere doğru büyük çaplı göç dalgası oluştu.
Göçlere ev sahipliği yapan kentlerin başında Diyarbakır geliyordu.
Zorunlu nedenlerle köyünden koparılmış, ansızın evsiz barksız kalmış insanların oluşturduğu göç dalgası, aynı zamanda büyük bir konut talebini de beraberinde getirmişti.
Bugün “Cezaevi” olarak tanımladığımız yerleşim bölgesi işte bu talebe dayalı olarak 2-3 yıl gibi kısa bir sürede oluştu.
Bu son derece hızlı ve çarpık kentleşmeye birebir tanıklık etmiş ve çok şaşırmıştım.
“Allah’ını seven müteahhit olmuş.” Denilen bir süreçti.
Kimine göre “külahlı”, kimine göre “şalvarlı” müteahhitler!
Gerçek müteahhitlere sözüm yok; onlar baş göz üstüne.
Hülasa…
Mimari estetikten yoksun, zevksiz ve niteliksiz ucubeler yükseldi şehrin bakir düzlüklerinde.
Yıllar geldi geçti.
O gün güvenli bir liman olarak gördükleri kentlere sığınan, apartmanlara doluşan insanlar,
Bugün deprem korkusuyla güvenli liman olarak gördükleri kırsal alanlara, köylere sığınmaya çalışıyor.
İşin tuhaf tarafı köylerde yer yok!
Kadim Diyarbakır yine tarihi bir gelişmeye, tersine göçe tanıklık ediyor,
Bir şehir işte böyle hızlı bir şekilde boşalıyor.
Binaların arasında gezerken buz kesiyor insanın yüreği.
Bir tarafta yıkılan binaların altında kalan canlar, anılar,
Diğer tarafta yıkılması kararlaştırılmış, kimsenin yanaştırılmadığı binaların içinde hapsolmuş hatıralar, yıllara sari emeğin ürünü evler, eşyalar,
Hayata sıfırdan başlamak zorunda kalan insanlar…
Söylenecek o kadar çok şey var ki.
Bakalım kira, nakliye ve taşıma fiyatlarını fahiş bir şekilde artıran Diyarbakır yaralarını nasıl saracak!
Taner Özbay/Diyarbakır