22 Ekim Türk Dünyası Belgesel Film Festivalinin gösterişleri ve ödül töreni düzenleniyor.
Festival kapsamında İki kardeş ülke Özbekistan ve Türkiye işbirliği içinde çekilmiş “Deprem ve Ovakentli Özbekler” belgesel filminin de gösterimi yapılacak. Biz bugün işbu belgeselin yönetmenlerinden biri Hüseyin Özdenle röportaj yaptık.
- Öncelikle sizi tanıyalım Hüseyin bey.
1962 Gümüşhane doğumluyum. 1984 yılında Ankara Üniversitesi DTCF Tiyatro Bölümünü bitirdim. 1987 yılında TRT’de göreve başladım. 2011 yılında emekli olarak TRT’den ayrılıp aile şirketimiz SMP’de çalışmaya başladım.
Yönetmenlik dışında Tiyatro oyunu ve senaryo yazarlığı yapıyorum. Ayrıca haberlisin.com sitesinde sanat ve kültür ağırlıklı köşe yazarlığı yapıyorum
Çok sayıda belgesel çektim. Sinema filmi yapmak için 55 yaşından sonra Marmara Üniversitesi’nde sinema alanında yüksek lisans yaptım. 2019 yılında ilk uzun metraj filmim olan “Mendilim Kekik Kokuyor” filminin yapımcılığını ve yönetmenliğini üstlendim.
Yazdığım senaryolar ve yönetmenliğini yaptığım belgesel seçkin festival ve yarışmalarda ödüller aldı.
- Özbekistan’a özel bir ilgi duyduğunuzu biliyoruz. Özbekistan’a ilginizin sebebi nedir?
Sadece Özbekistan’a değil tüm Türk dünyasına özellikle Horasan’a özel bir ilgim var. Çünkü ben de o diyarların bir parçasıyım. Farklı lehçeler olsa da aynı dili konuşuyoruz. Belleğimizde aynı değerleri taşıyoruz. Aynı kodlar ile donatılmışız. Ben Özbekistan’a gittiğimde kendimi Anadolu’da hissediyorum.
Özbekistan hakkında çok az bilgiye sahip olduğumu o topraklara ayak bastığımda öğrendim. Gerçek aydınlanma hareketinin Avrupa’dan ikiyüz yıl önce Horasan’da başladığını öğrenmek beni gurulandırırken cehaletimden utandığımı utandığımı söylemek isterim. Avrupa’da cadı kazanları kaynatılırken Uluğbey’in Semerkant’ta yaptırdığı rasathane eile yıldızları incelemesi sıradan bir durum değildir.
Bugün ülkemizde sanat ve bilim alanında ne varsa hepsinin kökleri Horasan’a dolayısıyla Özbekistan’a dayanır.
Bir şey daha ilave etmek istiyorum. Türk dünyasının idari başkentleri farklı olsa da; bilim, kültür ve sanat alanında iki Önemli başkenti vardır. Doğuda Semerkant batıda İstanbul. Bu iki şehir arasındaki gönül köprüleri çağlara meydan okumuştur. Smerkant’ınİstanbulu her zaman bilim ve sanat alanında desteklediğini söylemekte fayda var. Örneğin Osmanlı’da matematiksel ilimlerin kurucusu Smerkant’tan gelen Ali Kuşçu’dur. Ali ŞirNevayi’nin eserleri Osmanlı şair ve sanatçılarına ışık olmuştur.
Benim yolumu Özbekistan’a düşüren de Ali ŞirNevayi olmuştur. İyi ki de yolum oralara düşmüş. Şimdi gönlümün bir köşesinde sürekli oraların sevgisini taşıyorum.
- Deprem insanoğluna her zaman zarar veren bir doğal afettir. Türkiye’nin deprem ülkesi olduğunu biliyoruz. 6 Şubat Kahramanmaraş’ta meydana gelen deprem, çevre bölgelerde ciddi hasara yol açtı ve binlerce insanımız hayatını kaybetti. Dünyanın her ülkesi yardıma koştu. Tabiki ilk sırada yardıma koşan ülkelerden biri Özbekistan oldu. Bu konuda ne dersiniz?
Yunus Emre’nin bir dizesi ile saze başlamak istiyorum.
“Bilirim seni yalan dünyasın, Evliyaları alan dünyasın.
Yunus Emre Semah Eyler çark vurur, Bu çarkımızı bozan dünyasın”
Savaş, göç ve deprem insanları kendi istemi dışında göçe zorlar. Ovakent’te yaşayan Özbekler yakın geçmişte savaş yüzünde önce Özbekistan’dan Afganistan’a oradan da Türkiye’ye zorunlu göç etmişler. Yunus’un dediği gibi çarkları bozulmuş. Son yaşanan depremde Özbekistan devletinin Özbekistan’da yaşayan insanlarla aynı değerleri yaşayan insanlara yardıma koşmasını çok anlamlı ve değerli buluyorum.
- Depremle ilgili belgesel film çekmek fikri nasıl oluştu?
Özbekistan ile ilgi İstanbul’da bir etkinlik olduğunda sağ olsunlar beni davet ediyorlar. Bir taraftan Özbek yemeklerini tadarken diğer taraftan iki uzak coğrafyada yaşayan aynı milletin birer sanatçısı olarak ne yapabiliriz tartışırız. Yine böyle bir toplantıda Özbekistan Ankara Büyükelçiliği Kültür Koordinatörü sayın SaidjonOchilov ile karşılaştık. Saidjon beyin anlatımları çok ilgimi çekti. 1980 sonrası Afganistan’daki karışıklıklardan zarar gören bir gurup Türk asıllı insanların Türkiye’ye getirildiğini biliyordum. Zaten Anadolu yaşadıkları coğrafyada zulüm gören insanlar için güvenli bir sığınak olmuştur. Bu hep böyledir. Benim ilgimi çeken savaş sonrası iki defa zorunlu göç yaşayan bu insanların kendi kimliklerini yaşatarak hayata yeni bir başlangıç yaptıkları Hatay’ın Ovakent beldesinde asrın felaketi olarak kabul edilen depreme yakalanmaları ile yeni bir travma yaşamaları idi. Onların deprem sonrası durumlarını belgeleme fikri oluştu. Aynı toplantıda bulunan Özbekistanlı yapımcı ve yönetmen NodiraKayimovahanımefendi ile beraber çalışma kararı aldık. SaidjonOchilov’un genel koordinatörlüğünde çalışmalara başladık.
- Ovakentli Özbekleri sette gördüğünüz konuştunuz onlar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Aslında hepsi çok tanıdık geldi bana. Semerkant, Taşken ve Buhara’da yakından gördüğüm insanlardan farkları yoktu. Onca acı yaşamalarına rağmen hepsi çok candan ve samimi idi. Çok kolay iletişim kurduk. Onlar bize güvendi. Biz de onlara.
- Çekim süreci kaç gün sürdü ve herhangi bir zorluk yaşanmadı mı? Herhalde film deprem bölgesinde çekildi.
Çekimler deprem bölgesinde gerçekleşti. Bir hafta depremzedeler ile birlikte yaşadık. Onlarla aynı lokmaları bölüştük. Dertleştik. Onların durumlarını resmederken bazen hüzünlendik bazen de umutlandık.
- Film bildiğim kadar oldukça gerçekçi koşullarda çekilmiş. Filmin Türk Dünyası Belgesel Film Festivali’nde de yer alması, iki ülke sinema sektöründe ciddi bir anlamda önem taşıyacak ve büyük etki sağlayacak….
Gerçek ne ise onu kaydettik. Kurmaca bir şey yok. Filmde gördükleriniz kameranın yakaladıkları. Onlar konuştu biz kaydettik. Araya dış ses olarak serpiştirilen cümleler ise bizim duygularım.
Türk Dünyası Belgesel Film festivali çok önemli bir etkinlik. Filmimizi bu festivale göndererek Tüm Türk dünyasına birlikteliğimiz hatırlatan bir mesaj vermek istedik.
Bizim için önemli olan budurmu belgelemiş olmak. Belki yüz yıl sonra bu belgesel tarihçilerin başvurduğu bir kaynak olacak. Çünkü hepsi gerçek.
ART TV