Şimdi anladık,aslında evimizin çok küçük olmadığını,ya da çok soğuk olmadığını, yattığımız yatağın, üstümüzdeki yorganın markasının çok da önemli olmadığını, ya da yediğimiz yemeğin tuzunun salçasının etinin sebzesinin az ya da çok olmasının çok önemli olmadığını, yemeğimizin beş on dakika gecikmesinin önemsizliğini, telefonunuzun, arabanızın markasının, yazlığınızın, zenginliğinizin, çok önemli olmadığını, ya da milyonlarca liraya aldığımız konutun belki de mezarımız olabileceğini, üstünüzdeki montun, ayağınız üşümesin diye bir köşede duran battaniyenin kıymetini, sıcak bir çayın, çorbanın, ekmeğin nasıl da kıymetli olduğunu, ya da kalbini kırdığınız bir insanın gönlünü almaya vaktiniz olamayacağını, kaçırdığınız trenin, vapurun, dolmuşun arkasından telaş yapmanın ne kadar gereksiz olduğunu, nerede nasıl yattığınızın değil de, nerede nasıl, ya da ne halde uyanacağınızı, ya da uyanamayacağınızı, üzerinizde uyuduğunuz yorganın yerine, moloz yığınlarının altında kalabileceğinizi, bu afetler, felaketler, hep ders olmalı, unutulmamalı, zenginliğin, malın mülkün makamın emanet olup, İNSANLIĞIN kalıcı ve gerekli olduğunu, sevdiklerinizin kıymetini bilin, kalbini kırmayın, yediğinizi içtiğinizi israf etmeyin, emanet olan hayatımızı, canımızı, ne zaman nerede teslim edeceğimiz belli değil, ve yaptığınız işin, imalatın, ya da sorumluluk alanlarınızdaki davranış ve mesuliyetin, insan hayatına nasıl da olumsuzluklar yaşatabileceğini, ölümlere sebep olabileceğinizi, demem o ki, namuslu, şerefli, vicdanlı yaşayın.
GHA – Genel Yayın Yönetmeni
Mehmet Açık