Eski zamanlarda bir dağın zirvesinde, buzların arasında bir derviş yaşarmış. Bu derviş günlerini ibadetle ve tefekkürle geçirirmiş. Dağda yaşayan dervişin şehirde yaşayan bir de derviş arkadaşı daha varmış. O da kadınlar hamamında, yazın kavurucu sıcağında hamamın ocağına odun atarak geçimini sağlar, arta kalan zamanlarını da ibadet ve tefekkürle geçirirmiş.
Bir gün şehirdeki derviş, dağdaki derviş arkadaşını ziyaret etmek istemiş. Ocaktan bir kor parçasını avuçlarının arasına almış ve kor parçasıyla beraber yola çıkmış. Avucundaki koru söndürmeden şehrin içinden geçmiş, dağa tırmanmış ve en sonunda dağın en tepesinde buzların arasında yaşayan derviş arkadaşına ulaşmış. Ateşten hediyesini takdim etmiş. Oturup biraz hoş beş ettikten sonra da derviş şehre, kadınlar hamamına geri dönmüş.
Bir süre sonra da dağdaki derviş iade-i ziyaret yapmak istemiş. Eline aldığı bir buz parçasıyla beraber yola çıkmış. Buzu eritmeden şehrin içinden geçip hamama kadar ulaşmış. Eski dostunu ocağın başında ateşe odun atarken görmüş. Tam elindeki buzu derviş arkadaşına vereceği sırada hamamdan çıkan bir kadının bacağını görmüş. Ve elindeki buz bir anda eriyip buhar olmuş. Bunun üzerine şehirli derviş, arkadaşına şöyle demiş: “Yaa derviş efendi, dağda herkes derviş olur. Marifet şehirde, kadınlar hamamında derviş kalabilmekte…” Zor olan dağdaki çiçeğe ağaçlara sevgiyle bakmak değil. Zor olan trafikte durmadan kornaya basan adama sevgiyle bakabilmek… İş yerinde arkamızdan kuyumuzu kazan mesai arkadaşımıza, egosunun peşinde koşan acımasız müdür-patronumuza ya da her fırsatta işten kaytaran çalışanımıza, kirasını vaktinde ödemeyen kiracımıza ya da kira iki gün gecikti diye kapıya dayanan evsahibimize sevgiyle bakabilmektir.
Aslında hepimiz potansiyel birer derviş değil miyiz? Mühim olan o aşk ateşiyle yanabilmek! Dergâhımız dünya, güzergâhımız köprü trafiği! Haydin ermeye gidiyoruz. Kimseye kızmak yok bu yolda. Aşkla, şevkle sevmek var herkesi…
Kuşları, fareleri, böcekleri…
Ayşe Uçar