Maraş Üzerine Bir Çarpışma: Kimlikler, Çelişkiler ve Sorular
Maraş… Bu kadim şehir, geçmişiyle geleceği arasında sıkışmış, her adımda insanın içine çarpan bir duygu karmaşası. Kemerli bir palto, yaşımla çelişen bıyıklar ve kasketimle kendimi hem tarihin hem de bugünün içinde yürürken buluyorum. Şehir, gri gökyüzü altında sanki kirinden arınmış ama yine de huzur bulamamış gibi. Sütçü İmam’dan Kıbrıs Meydanı’na doğru adımlarken, içimde bir huzursuzluk. Her köşe başında insanın ruhuna işleyen bir yabancılık hissi…
Maraş’ı anlamaya çalışıyorum. Nasıl bir yer burası? Kanla, tarihle, inançla yoğrulmuş bir coğrafya mı? Yoksa karmaşıklığıyla insanı yoran, geçmişin ağırlığını omuzlarında taşıyan bir şehir mi? Hititlerden Osmanlı’ya, Alevi kültüründen İslamcılığa kadar uzanan bir tarihsel sentezin taşıyıcısı mı? Yoksa sadece geçmişin hayaletlerinin dolaştığı bir yer mi?
Şehir, bana birbiriyle çelişen görüntüler sunuyor. Bir yanda bağ evi keyfi, diğer yanda mahalle baskısı. Bir yanda bakırcılık, sedefçilik gibi zanaatların tükenişi, diğer yanda modernleşmeye direnen bir ruh hali. İnsanları mı? Onlar da şehir gibi. Kendi mutsuzluklarını dinle, bayrakla, milletle örtmeye çalışan; kıskançlığın tavan yaptığı, empatinin ise diplerde dolaştığı bir topluluk.
Peki, Maraş’ın gerçek kimliği ne?
Bir travmanın, bir çığlığın dışa vurumu mu? Yoksa köklü bir tarihin üst üste birikmiş katmanlarının karmaşası mı? Şehir, geçmişin gölgelerinden sıyrılmaya çalışan ama bunu başaramayan bir çocuğun yüzü gibi.
Belki Maraş’ı tanımlamak mümkün değil. Belki Maraş, soruların ve çelişkilerin birleşiminden oluşan bir bilmeceden ibaret. Her taşında, her sokağında tarihin izlerini taşıyan ama aynı zamanda bugünün sancılarını da yaşayan bir şehir. Maraş, ne tamamen geçmiş, ne tamamen bugün. O, bu ikisinin arasında sıkışmış bir gerçeklik.
Maraş’ı anlamak zor ama onu hissetmek mümkün. Çünkü Maraş, hem bizim tarihimiz hem de bugünkü çelişkilerimizin aynası. Maraş, bir “çarpışma”dan ibaret: Geçmişle bugün, umutla hayal kırıklığı, tarih ve insan…Fatih Küpeli