Türk Ruhunun Derinlikleri: Yurt, İnanç ve Kimlik
Günümüzde kimlik arayışı, ulusların ve bireylerin en büyük meselelerinden biri hâline gelmiştir. Küreselleşmenin etkisiyle, geleneksel değerlerimizle modern yaşam arasında sıkışıp kalmış gibiyiz. Ancak, özümüzü unutmadan ilerlemek mümkün müdür? İşte bu sorunun cevabı, Türk ruhunun derinliklerinde saklıdır.
Türk ruhu, sadece etnik bir aidiyet meselesi değildir; bir inanç, bir duruş, bir ahlâk meselesidir. Tarih boyunca Türk milleti, sadece savaş meydanlarında değil, aynı zamanda ruhani dünyasında da mücadele vermiştir. Onun inancı, sıradan bir din anlayışının çok ötesinde, evrenle kurduğu derin bir bağdır. Göğe yükselen duaları, Tanrı Dağları’ndan yankılanan sesleri, sazının tellerine işlenen duyguları… Hepsi, onun kadim bilgelikle örülü ruhunu yansıtır.
Yurtçuluk ve Kimlik
Bir insan için yurt, sadece doğup büyüdüğü toprak değildir. Yurt, hatıraların biriktiği, geçmişin ve geleceğin birleştiği bir ruhtur. Türk yurdu, sadece fiziksel bir mekân değil, aynı zamanda inançların, değerlerin ve ortak akıbetin şekillendiği bir kutsallıktır. Asif Ata’nın da belirttiği gibi, yurt; “mukaddesleşen toprak, mukaddesleşen akıbet ve mukaddesleşen halkın” birleşimidir. İşte bu yüzden yurdunu kaybeden sadece bir toprak parçasını değil, ruhunu da kaybeder.
Türk İnancı: Göğe Açılan Kapı
Türk inancı, tarih boyunca çeşitli dinlerin etkisiyle şekillense de, özünde hep bir “Göğe yöneliş” barındırmıştır. Gök Tanrı inancı, sonsuzluğa duyulan bir özlemin ifadesidir. Türk, boyun eğmek için değil, yükselmek için inanır. Bu yüzden İslam’ın ona öğrettiği teslimiyet ile kadim ruhunun özgürlüğü arasında bir gerilim yaşanmıştır. Türk’ün inancı, onun vükarı (onuru) ile iç içedir. Asif Ata’nın da dediği gibi, “Türk itaate değil, vükara inanır.”
Şark ve Garp Arasında Türk
Bugün Türkiye ve genel olarak Türk dünyası, Şark ile Garp arasında gidip gelen bir çizgide ilerliyor. Modernleşme adı altında Batı’ya yönelen bir kimlik değişimi yaşanıyor. Oysa Batı’nın maddi dünyasında kaybolmak yerine, Şark’ın ruhani derinliğine odaklanmak gerekir. Türk kimliği, ne sadece Batı’nın rasyonel aklıyla ne de sadece Doğu’nun mistik dünyasıyla tanımlanabilir. Türk, bunların sentezini yapmak zorundadır.
Sonuç olarak, kimliğini arayan her Türk bireyi, önce özüne dönmelidir. Yurt sevgisi, kadim inancı ve onuruyla şekillenen Türk ruhu, ne zaman kendini unuttuysa büyük felaketler yaşamıştır. Ancak, inancını, akıbetini ve halkını mukaddes bilerek yaşayan bir Türk, kendi yurdunun ve kimliğinin bilincinde olacaktır.
Ve belki de en büyük sorumuz şu olmalıdır: Biz, bugün gerçekten Türk ruhuna sahip miyiz..?
Azərbaycanın böyük filosofu Asif Ata