Delilik mi, Gerçek Özgürlük mü?
Dostoyevski’nin satırlarında yankılanan bir çığlık bu: Deliyim ama ya sen?
Bizi bizden daha cesur biri sorguya çekiyor. İçimizde sakladığımız, söylemeye korktuğumuz, yapmaya cesaret edemediğimiz ne varsa, o hepsini dile getiriyor, hepsini yaşıyor. Korkusuzca… Kuralların, kalıpların, toplumun sınırlarının dışına çıkıyor. Biz mi daha akıllıyız, yoksa gerçekten ölü müyüz?
Yaşamak mı? Yaşar Gibi Yapmak mı?
Gün içinde kaç kez kendimizi susturuyoruz? Ne kadarını gerçekten istediklerimizi yaparak geçiriyoruz? Sahip olduğumuz şeyler, aslında bizi tutsak etmiyor mu?
İnsan, toplumun “normal” kabul ettiği sınırlara uymak için kendini törpüler. Söylememesi gerekenleri yutar, yapmaması gerekenleri erteler. Sonra da kendi içinde sıkışıp kalır. Buna akıllılık deniyor. Peki, akıllı olmanın bedeli ne? Hayatı kaçırmak mı?
Dostoyevski’nin “delisi”, akıllıların dünyasında kendine özgür bir alan açıyor. Bizim “çılgınlık” dediğimiz şey, belki de onun için sadece yaşamak.
Akıllı mı, Ölü mü?
Peki ya biz? Toplumun onayladığı biçimde yaşarken, aslında kendi ellerimizle hayallerimizi öldürmüyor muyuz? O deli, belki de yalnızca özgür olduğu için deli sanılıyor. Çünkü özgürlük, toplumun alışık olduğu bir şey değil.
Öyleyse, gerçekten yaşamak için biraz “deli” olmaya cesaret edebilir miyiz? Yoksa akıllı kalıp, hayatı kaçırmaya devam mı edeceğiz?
Belki de asıl soru şu: Delilik nedir? Ve kim gerçekten yaşıyor?
Derya Morcalı