Ülkücü kökenli bir şair, ‘söylemek O’na yakışır’ diyerek Alevi kökenli ustaya Mihriban’ı emanet etti.
Abdurrahim Karakoç ve Musa Eroğlu, acılardan süzülüp gelen Mihriban ile gönüllerde taht kurdu; Türkiye’yi birlikte ağlattılar.
“Ayrılıktan zor belleme ölümü
Görmeyince sezilmiyor, Mihriban
Yâr deyince kalem elden düşüyor
Gözlerim görmüyor, aklım şaşıyor
Lambada titreyen alev üşüyor,
Aşk kâğıda yazılmıyor, Mihriban”
*
Charles Dickens, ‘İki Şehrin Hikayesi’nde, Fransız İhtilali’nde, ortalığı kan gölüne çeviren monarşi kurallarının dayattığı ve artık o dönemin bir rutini olan giyotinle kafa kesmelerde öldürülen binlerce insanın acısını İngiliz halkına anlatmayı amaçlamıştı.
Acı. Edebiyat oradan beslenir.
*
Dünyanın her yerinde acı çekenlerin, ezilenlerin, hor görülenlerin, sevdiğine kavuşamayanların, aşk acısı çekenlerin bir hikayesi mutlaka vardır. O toplumun kültür ve sanatı da bu acıdan beslenir. Edebiyat ta, şarkılar da oradan çıkar.
Siz hiç zengin toplumların bir edebiyatı olduğunu duydunuz mu?
*
Bugün, zenginlerin favori danslarından olan Tango, Buenos Aires’in ara sokaklarında yaşayan yoksullardan çıkmıştır.
İlk dönemlerde ayıplanan, hor görülen bir danstı, tango. Büyük şehre alışamamış beş parasız göçmenler sıkıntılarını, hüzünlerini tango ile atarlardı sokaklarda.
Daha sonra ise salonlara girdi tango. Tüm dünyaya yayılmaya başlayıp zengin sınıflar tarafından adeta kapıldı.
*
Ferdi Tayfur vefat ettiği gün Tele1 haber spikeri Musa Özuğurlu tarafından “Ferdi Tayfur öldü, herkes bir övüyor bir övüyor. Sanatsal açıdan berbattı. Ağlak bir arabesk yapan birisinden bahsediyoruz. Müzikal açıdan baktığımda berbattı yani bu kadar” yorumu yapıldı.
*
Devlet Bahçeli’nin de adının geçtiği yorumda aslında hedeflenen MHP lideri idi. Yorum adı altında saçmalayan bu gazeteci bozuntusu elitist takılmayı pek seviyor galiba.
Ya muhtemelen çok zengin, cebinde parası bol; ya da hayatında hiç aşk acısı çekmemiş.
Bu nedenle kendisine halk çocuğu diyemeyiz.
*
Seks filmleri furyasının tam ortasında o pislik filmlerin yerine kendi filmlerini izlettirdi, Ferdi Tayfur. Ekolündeki birkaç sanatçı dostu ile böyle bir furya başlattı; ülkenin sinema gündemi değişti.
Sanatsal arayıştaki Türkiye’ye toplumsal bir iyilik yaptı.
Gülhane’de 200 bin kişiye konser verdi. Şarkılarında ağladı ağlattı!
Çünkü çok seviliyordu ve hayranlarının kalbine dokunuyordu.
*
Dokunduğu sadece insanların kalbi değildi.
Bir gün kapuşonlu bir montla büyüdüğü Adana’nın Hürriyet Mahallesi’ne geldi. Muhtarla oturup sohbet etti, kendisinden yardım yapabileceği insanların listesini aldı, “Sakın kimsenin haberi olmasın” dedi.
Kurban bayramlarında da mahallesine kurbanlıklar gönderdi.
Doğduğu, Yüreğir’in Taşçı köyüne de aynı keza.
*
Halk çocuğu olamayan Musa’ya söylüyorum.
Ferdi Tayfur şarkılarının yanı sıra üç kitap yazdı. “Şekerci Çırağı”, “Paraşütteki Çocuk” ve “Bir Zamanlar Ağaçtım” isimli kitaplarında, Tayfur’un hayatının bilinmeyenleri yer alıyor.
*
“Bir Zamanlar Ağaçtım” adlı kitabı 2013 yılında röportaj konusu oldu ve dedi ki:
“Yalanı sevmiyorum ben. Niye yani yalan söylüyor insan, sebep ne? Kendime güvenen bir insansam ben, niye yalan söyleyeyim? Değerli bir arkadaşım geçen gün şöyle dedi: ‘İstanbul ‘un yarısı yarısından geçiniyor.’ Düşün yani. Ne kadar tuhaf bir şey…
Asılmak deyince benim aklıma Deniz Gezmiş geliyor, Erdal Eren geliyor mesela…
“Olabilirdim. Okusaydım bir Deniz Gezmiş olabilirdim; yalan söylemeyi sevmiyorum. Eğri oturup doğru konuşmamız gerekiyor.”
*
Altı yaşında babasız kalıp ekmek parası peşine düşmek, pamuk tarlalarında şarkılar söylemek bir yaşam gerçeğidir.
Çünkü mutluluk yoktu, mutluluğa yer yoktu; Ferdi Tayfur’un koşullarında.
Bu yüzden şarkıları ağlatır; iyi oku burayı halk çocuğu olamamış Musa Özuğurlu.
*
Louis Aragon ne diyor; şiirinde..
Hiçbir şey elinde değildir insanın:
Ne gücü, ne güçsüzlüğü, ne de yüreği.
Açtığını sansa da kollarını, gölgesi bir haçtır onun.
Paramparça olur avucunda sımsıkı tuttuğu mutluluk.
Bir garip, bir acılı boşluktur günleri.
Mutlu aşk yoktur.
*
Güle güle EMMOĞLU.
İnşallah mekanın cennet olur.
İSRA İSA