Eski Sovyetler dönemi Dünya tarihi ders kitaplarında sadece tek cümle vardı:
1917-18 yıllarda Türkiye’de Mustafa Kemal Atatürk Türk ordusunun başındaydı.
Bundan 17 yıl önce Türkiye’ye ilk gelişim; o dönemde milletvekili olan muhterem bir beyefendinin ailesi beni misafir olarak ağırladı.
Anneannemin hanedandan olması ise benim işime yaradı: buradaki Buhara tekkeleri dahil tüm zaviyeleri gezmiş ve yakinen tanımış oldum. Ancak o muhterem insanın bir kaç kez Atatürk’ün zaviyeler ve din adamları ile ilgili kararlarına karşı kızgın konuşmasını da uzun uzun dinlemiş bulundum.
Yalnız her konuşma sonrası bir araştırmacı kafası ile o dönem, o karar, o olayla ilgili incelemelere daldım.
Atatürk’ü araştırırken, dinlediğim tüm konuşmaların aksine Mustafa Kemal’e karşı derin bir saygı oluştu, muhteşem bir manevi bağ gelişti.
Gözlerimin önünde 1500 yıl öteden bakıp: “Ey Türk ulusu, …senin kayboluşuna gönlüm razı gelmedi, 50 yiğitle bu devleti kurdum”, diyen Bilge Kağan canlandı hep…
Ben, Türk kelimesini bir insana bu kadar ihtişamla yakışmasını Ata-Türk’te gördüm.
Ben, Ata-Türk’ün en çok Türk oluşunu sevdim.
Bazı şahsiyetler vardır, tek başına bir dönem, bir millet, bir tarih olur. Ben, sıradan yabancı bir araştırmacıydım oysa, elimi her vicdanıma koyduğumda kocaman bir yürek, büyük bir akıl gördüm. Beynim ve yüreğim bedenime büyük geldi çoğu zaman.
Ben eskiden de Vatansever özgür ruhlu bir gençtim; ama ben Vatana sevdasının beşere hizmet olduğunu bir tek Ata-Türk’ten öğrendim.
Kime nasıl bilmem, ben Osmanlı hanedanına hep bir Selçuklu devletinin devamı, yeniden ihya oluşu olarak bakmışımdır; Türkiye Cumhuriyetine de hep Osmanlı devletinin varisi olarak baktım. Anadolu’da Türkler devlet değil, bir Türk Yurdu kurduğunu ve o Yurt bütün dönemlerde tek parça olduğunu iddia edenlerdenim.
Her dönemin sonunda kendi çağının ateşinde pişmiş yetişmiş bir cevher oluşur: Mustafa Kemal de Osmanlı’nın ateşler içinde savrulduğu o son günlerde yetişen bir cevherdi.
Atatürk öylesine bir cevher değildi aslında:
Bir bilim insanı olarak bu cümleyi hep söyledim, hep söylerim: Mustafa Kemal Osmanlı’nın son günlerinde kaybettiği İstanbul’un ikinci fatihidir. Dünya haritasında bugün İstanbul bir Türk başkenti ise şayet bu Fatih Sultan Mehmet ve Gazi Mustafa Kemal sayesindedir.
Mustafa Kemal’in Orta Asya ve Türk Devletleri ile ilgili meşhur bir cümlesi var: çoğu bilim insanı bu cümleye sitem eder. Madem Türk Cumhuriyetleri bu kadar önemliydi, neden hiç bir şey yapmadı, diyenler olur. Atatürk 100 yıl öncesinden cevap veriyor: “Savaş zorunlu ve hayati olmalıdır: Milletin hayatı tehlikede olmadığı sürece her savaş bir cinayettir”.
En son 15 yaşlı çocuklarla savaşı kazanmış bir ülke için sitem edilmez, örnek alınır, Mustafa Kemal gibi savaşmak yakışırdı.
İşte, ben Atatürk’le böyle tanıştım, tanıyınca sevdim, anlayınca daha çok onur duydum… Ve senelerdir şahit olduğum bir husus daha:
Bir insan vefat ettiğinden 90-100 yıl sonra da bütün bir bölgeyi yönetir mi?
Sonsuz saygılarımla anıyorum.
Doç. Dr. Dilorom HAMROEVA