Benim Adım TÜRKİYE
Fatih Küpeli yazdı
Bazı hikâyeler vardır, insanın yüreğine işler. Okudukça boğazınız düğümlenir, gözleriniz nemlenir, derin bir iç çekerken farkında olmadan memleketinizi, sevdiklerinizi düşünürsünüz. İşte bu, öyle bir hikâye… Yıllarca vatan hasretiyle yanmış bir askerin, 64 yıl sonra evine, köyüne, geçmişine geri dönüşünün hikâyesi…
Muhammet Çavuş’un hikâyesi, aslında birçok gurbette kalan, sılasına dönemeyen Anadolu evladının hikâyesidir. O, 1916 yılında Çanakkale’de vatan savunması için cepheye gitmiş, ardından Gazze Cephesi’ne gönderilmiş, orada yaralanmış ve Halep’te bir hastaneye yatırılmıştı. Ancak kader onu hiç ummadığı bir yola sürükledi. İngilizler bölgeyi işgal ettiğinde, Halep halkı Türk askerlerini hastanelerden kaçırıp sakladı. Ve Muhammet Çavuş, savaş bittiğinde bile bir türlü memleketine geri dönemedi.
Orada, Halep’te yeni bir hayat kurmak zorunda kaldı. Evlenip çocuk sahibi oldu ama içindeki vatan hasreti hiç dinmedi. Sadece bir kez, bir gün olsun doğup büyüdüğü topraklara dönüp, anılarının peşinden yürümek istiyordu. İşte bu özlemle, tam 64 yıl sonra, Balıkesir’in Üçpınar Köyü’ne doğru yola çıktı.
Köyüne Dönüş
Muhammet Çavuş’un dönüşü, bir yabancının kendi köyüne dönmesi gibiydi. Balıkesir İstasyonu’na indiğinde cebinde sadece bir torbası, yüreğinde ise yılların hasreti vardı. Bir taksiye binerek köyüne gitmek istedi. Yol boyunca gözleri hep dışarıdaydı. Çocukluğunda gördüğü dağları, tarlaları, tepeleri arıyordu. Ve nihayet tanıdığı bir yere geldiklerinde, şoföre durmasını söyledi.
Arabadan inerek bir mezarlığın içine girdi. Orada bir ağaca sarıldı. O ağaç, yıllar önce babasıyla birlikte altında oturduğu, sohbet ettiği çitlembik ağacıydı. Çocukken dokunduğu o ağaca, şimdi yaşlı elleriyle sarılıyordu.
Sonra köy kahvesine gitti. Kahvede oturanlar, onu şaşkın gözlerle izliyordu. Kimdi bu adam? Neden herkesin yüzüne tek tek bakıyordu?
Muhtar geldi ve ona kim olduğunu sordu. Muhammet Çavuş, sadece “Ben de bu köydenim.” diyebildi. Muhtar şaşırdı, çünkü 20 yıldır bu köyün muhtarıydı ama bu adamı hiç tanımıyordu.
“Kimlerdensin?” diye sordu.
“Beni ancak ihtiyarlar tanır.” dedi. Ve ihtiyarlar kahveye çağrıldı.
O, teker teker isimleri sormaya başladı:
Süleyman Çavuş?
“Öldü…”
Recep?
“Öldü…”
Koca Salih?
“Öldü…”
Topal Murat?
“Öldü…”
Eyüp Çavuş?..
Yaşlı bir adam yavaşça ayağa kalktı.
“Eyüp Çavuş benim.” dedi.
Muhammet Çavuş ona dikkatlice baktı. Sonra birden sarıldı.
“Eyüp, sen misin? Sen misin be? Nerede kaldın bunca zamandır?..”
Ve o anda, köyde onu tanıyabilecek tek kişiyle kucaklaşmıştı.
Kızına Kavuşma
Eyüp Çavuş, ona ailesinden geriye kalanları anlattı. Annesi, babası, kardeşleri, eşi… Hepsi çoktan vefat etmişti. Ama bir kişi yaşıyordu: Kızı Hatça…
Oysa Muhammet Çavuş, kızını gördüğünde tanıyamadı. Çünkü onu en son 15 günlük bebekken bırakmıştı. Şimdi ise karşısında yaşlı bir kadın duruyordu. Kızı da onu tanımadı. Yıllardır babasının şehit olduğunu bilerek büyümüştü. Ama Eyüp Çavuş’un ısrarıyla babasının elini öptü.
O gece, Üçpınar Köyü’nde bir bayram havası esti. Tüm köylü, yıllar sonra memleketine dönen asker için toplandı. Kahkahalar, gözyaşları birbirine karıştı. Ama Muhammet Çavuş’un içindeki gurbet duygusu dinmemişti. Birkaç hafta sonra, kızına dönerek, “Ben artık gidiyorum.” dedi.
Hatça şaşkındı. “Baba, nereye gidiyorsun? Burası senin memleketin.”
Ama o, “Ben artık Halepliyim. Orada kardeşlerin var. Bir oğlum, bir kızım var. Ben sadece bir kere daha yurdumu, vatanımı ölmeden önce görmek için geldim.” diyerek yola çıktı.
Son Gelişi ve Büyük Vasiyet
Bir yıl sonra tekrar döndü, bu sefer oğlunu ve kızını da getirmişti. Oğlu Halep’te inşaat mühendisi olmuştu. Adı neydi biliyor musunuz?
Muhammed Remzi.
Babasının ismini ona vermişti. Sebebini sorduklarında şöyle dedi:
“Ben vatan hasreti ile yıllarca yandım. Ölmeden vatanıma kavuşamazsam, adımı hiç değilse oğlum götürsün vatanıma diye kendi adımı verdim ona da…”
Ama en büyük sürpriz, kızının ismiydi.
Ne koymuştu biliyor musunuz?
Özlemini 64 yıl boyunca yüreğinde taşıdığı, hayatı boyunca bir an bile unutmadığı en güzel ismi koymuştu:
“TÜRKİYE”
Bugün Türkiye 83 yaşında. Ama onun adı sadece bir kişiyi değil, tüm bir milletin vatan sevgisini, fedakârlığını ve hasretini anlatıyor.
Muhammet Çavuş, belki de bu topraklardan zorla koparılan, ama kalbi hep burada atan nice Anadolu evladının simgesiydi. Onun hikâyesi, vatanın sadece bir kara parçası olmadığını, onun uğruna yanıp tutuşan yüreklerin asıl vatan olduğunu bizlere hatırlatıyor.
Bugün bizler belki de rahat yaşadığımız bu toprakların kıymetini yeterince bilemiyoruz. Ama bir gün gelir de, vatanın ne demek olduğunu unutur gibi olursak, Muhammet Çavuş’un hikâyesini hatırlayalım.
Çünkü bizim adımız da Türkiye…
Ve biz, ancak ona sahip çıkarsak gerçekten var olabiliriz.