HEPİMİZ SUÇLUYUZ
Önce her yaz olan sıradan bir yangın gibiydi ya da ben öyle sanmıştım… Hava çok sıcak, piknikçiler falan rutin yangın sandım. Malum ağaç dibinde piknik yaparken “…ırmağının akışına ölürüm Türkiye’m” dinlenir ama; şişe, izmarit de atılır doğaya.
Köylüyüm, ordan biliyorum, bizim köye giden yolda çokça görürsünüz o manzarayı….
Her neyse az da olsa yanan can, benim canımı yakardı ama; çok olunca da nefessiz bıraktı! Beklemiyordum! Çok olmuştu artık…
Sonra büyüdü… Çok büyüdü! Reklam kokan hareketlere, siyasete, eğlenceye, fotoğraflara tahammülüm kalmamaya başladı…
Telefona bakmak, sosyal medya kullanmak ihanet gibi gelmeye başladı.
Kıyamet kopuyordu, evini, yurdunu terk ediyordu insanlar, hiç bir zararı olmayan canlılar acı çekiyordu, ölüyordu.
Ve ben buradan izlerken; sizin reklamlarınızdan tiksinmiştim! Evet ben de yaptım önce.
Ben de paylaştım. Ama; artık çok değişti, çok çok acıtmaya başladı.
Ateş canımızı yaktı ama; tavırlar daha da yaktı! Artık yeter. Artık tamam! Vatana ihanet nedir?
Ne değildir? Derdiniz nedir? Ne değildir bilmem?! Ne yapmaya çalışıyorsunuz? Ama; kendi adıma… Suçlu biziz! Bu duruma izin verdik. Yönetenlere izin verdik. Kıymet bilmedik. Emanete hıyanet ettik. Çok üzgünüm! Çok yanıyorum! Kan ağlıyorum! Biz böyle olmamalıyız! Olmamalıydık!
Kendi adıma…
Çok canım yandı!
Ülkem yandı!
Nefesler yandı!
Kendi adıma…
Ben bu zamanı hiç sevmedim…
Huzursuzum…
Mutsuzum…
Tedirginim…
Endişeliyim…
Pandemi, sel, yangınlar, mülteciler, ekonomik kriz…
Hiç olmadığım kadar umutsuzum!
Gülmeyi unuttum!…