Geçmişten Günümüze Mersin
Mazlum Gökçay.. Hatıralar.
Tıfıl muhabirdik, çömezdik yani!
Dijital dünya yok!
Teknoloji eh…
İnternet yok!
Dijital foto yok!
Ya negatif film, ya slayt film…
Ha! Bilgisayar da yok o yıllar.
Daktilo var.
Her harfi bir nota gibi…
Akustik dinliyorsun yazarken.
Tüm bu orkestraya şahitlik ederken,
Telaş var, haber atlama korkusu var, heyecan var, haberim yarın hangi sayfada çıkacak merakı var…
O yıllar mesleğe ilgimiz gururumuz kadar.
Hem çalışıp, hem yeni bir şeyler öğrenmeye çalışıyoruz.
En mutlu olduğumuz an neydi biliyor musunuz?
Zaman zaman topluca bir yemekte, bir araya gelen ustalarımızın gazetecilik hikâyelerini dinlemekti.
Masanın en başında duayen ve usta gazeteciler, rahmetli Peyamı Safa, Ali Adalıoğlu, Ziya Keskinışık, Vahap Şehitoğlu, Ünal Akdağ, Rahmetli Hamdi Yurdakul, Nevzat Kelleli, Haldun Okdemir, vs.vs.
Adını sayamayacağım değerler.
Masanın en sonunda oturur, edeplice ikram edilen rakıyı içer, edeplice dinlerdik ustaları.
Ben, Serdar Keskinışık, Hüseyin Kar, Mesai arkadaşım Mehmet Miras, Mustafa İnsan,
Yalçın Ağca…
O kadardık o yıllarda…
Aman Allahım ne hikâyeler, ne anılar, ne hatıralar…
Ama hep komik anılar anlatılırdı, gece boyu hep gülerdik…
Sadece o güne has değil.
Günlerce birbirimize anlatır gülerdik.
Özenirdik, imrendirdik…
Mesela aklımda kalan bir anı şöyleydi…
Ülkemin enerji tasarrufu yaptığı yıllar…
Peyami Safa Maracı ve arkadaşları, Mersin’de güzel bir gün geçirdikten sonra kafalar güzel bir halde gece Adana’ya dönerken, arabada ülkemin çıkmazlarını konuşup, isyan naraları atarlar.
O sırada Sasa’nın önünden geçerken, çevresine yaydığı ışıktan dolayı, devletin tasarruf tedbirleri akıllarına düşerek, bin bir sitem ederler Sasa’ya…
“Memleket karanlıkta, yaşıyorken, öğrenciler mum ışığında ders çalışırken, ey! Sasa; ne bu hoyratlık “ diye kızgınlıklarını dile getirirler.
O gün kendilerine izin verip Mersin’de kafayı çektikleri için, habersizler olan bitenden.
Ertesi gün uyanık olan gazeteciler manşetlerden duyururlar “ Sasa yandı” diye.
Biz bu hikâyelerle piştik, yandık.
Daha niceleri…
O yüzden define avcıları gibi hazine buldu bir nevi Fatih Alkar ve Baha Akıner…
Dakka bir, gol bir hissettirdiler bunu…
Kıskandırdılar.
İlk “Geçmişten Günümüze Mersin” programını yaptık.
İçel Ekspres Gazetesi’nin Kurucusu ve Sahibi Mazlum Gökçay ağabeyimi konuk ettik.
Neler dinledik, neler duyduk…
Hikayeler, anılar, hatıralar gözümüzde canlandı.
Necdet abi yazacaktır ama sadece bir başlık vereyim.
Bir şekilde karakolda gözaltına alınan merkez sağın gazetecisi Mazlum Gökçay’ı, solun sesi olmuş rahmetli Tankut Tufan ve Peyami Safa Maracı ağabeylerimiz karakolu basarak meslektaşlarını almadan çıkmıyorlar karakoldan.
Şu dayanışmaya bakar mısınız.
Bugün bu durumu yaşamak ütopya…
Daha neler neler dinledik bilmediğimiz.
Halbuki; ki ailece görüştüğümüz halde ben bile yeni şeyler öğrendim hem kendi ağzından, hem Necdet Canaran, hem de İbrahim Yalçıner’den.
Nacizane ben de tanık olduğum şeyleri anlatmaya çalıştım.
Meğer anıları, hatıraları hiç konuşmamışız.
Aslında bir çok mesuliyeti de yerine getiriyor Fatih Alkar ve Baha Akıner.
Tekrar tebrik ediyorum.
Bir kere mesleğe ve kente ömrünü vermiş, ama bir şekilde “yeter!” Diyerek köşesine çekilmiş ve kendisini unutulmuş hisseden ustalara iade-i itibar sağlıyor.
…Ki bu benim hayaliydi.
Eğer cemiyet seçimlerinde başarı gösterebilseydik, ilk işimiz ustalarımız için “İade-i İtibar Gecesi” düzenlemekti.
Dün bunu çok açık hissettirdi Mazlum Gökçay ağabey…
Hatırlanmak, unutulmamak, yok sayılmamak…
Mersin basınının yüzde 90’ı alaylıdır.
Yani usta-çırak ilişkisidir.
Yani Ahi Evran kültürüdür aslında bu.
Her büyüğümüzden, ustalarımızdan bir şeyler öğrenerek geldik bugünlere…
Belki de geleneksel gazetecilik kültürünün son temsilcileriyiz.
Bizden sonraki kuşaklara ne kadar bu kültürü aşıladıysak o kadarız işte.
Bizden iki kuşak sonrakiler maalesef ne (daha çok mektepli olanlar) ustayla tanışıp kaynaştılar, ne de meslek büyüklerinden bir şeyler öğrendiler.
Amacım mektepliyi kötülemek asla değil…
Ama daha bir araya gelip tanışmadılar bile…
Neyse geceye dönelim…
Mehtap Ersoyak ile yan yana oturuyoruz.
90’ların başından beri tanırım.
Ofset baskıya geçilen yılların en flaş 2-3 grafikerlerinden birisi.
Belki de çalışmadığı gazete ve matbaa yok.
Çok kıymetliler o yıllarda.
Mazlum abiden ve tanıklardan anıları dinlerken, zaman zaman göz göze gelip duygusallaşıyoruz.
Dertleşiyoruz.
Utanmasak ağlıyacağımız anılar yüzümüze çarpıyor.
Masum ve meşakkatli yıllar…
Tavsiyedir sevgili Fatih ve Baha’ya….
Sadece gazete patronları, gazeteciler değil, mutlaka o dönemin bire bir tanıkları olan grafikerler, muhabirler, hatta dağıtıcılar bile dinlenilmeli…
Bir de ses ve salon sorunu olduğu için, mutlaka mikrofon ve daha geniş bir salon kullanılmalı….
Son sözüm genç gazeteci arkadaşlarıma ve MGC yöneticilerine…
Başkan Kaya Tepe telefonla aradı şehir dışında olduğu için üzüntüsünü bildirdi, ama ya diğerleri.
Onbir kişilik yönetim, denetim, vs.vs.
Onlar da yoktu.
350 kişilik üye de yoktu.
Üç-beş eski gazeteci dışında sadece bir avuç kentli ve gazeteci dostu vardı gecede…
Ne büyük ayıp. Fatih Şahin