Armstrong’un söylediği gibi, “köşeye sıkışmış soylu bir kurt gibi” dövüşüyordu.
Yapılan hiçbir ihaneti unutmuyor, zamanı geldiğinde hesabı sorulmak üzere “bir kenara yazıyordu.”
Türk tarihinden gelen devlet geleneklerine bağlı kalarak, vatana ihaneti asla affetmiyor, ulus düşmanlarına acımanın “insanlık değil, insanlık değerlerini yitirmek” anlamına geldiğini söylüyordu.
Düşünce ve eyleminde başarısızlığa hiç yer yoktu.
Önce, “Ankara’yı çevresindeki asi kıskacından” kurtardı. Hızlı hareket eden, vurucu gücü yüksek milis güçlerine ve elde kalan askeri birliklere dayanan birkaç harekatla bunu başardı.
Başarıyla birlikte, paraya ve yabancı desteğe dayanan Halife Ordusu, özellikle Sevr’in imzalanmasından sonra kendiliğinden dağılmaya başladı.
Padişahın isteğiyle millicilere karşı çıkmak için biraraya gelen eşraf, gerçek durumu gördü ve ayaklanmacılarla ilişkisini kesti.
Hilafet Ordusu’ndaki birçok birlik savaşmayı reddetti; kimi yerlerde “gerçekleri kendilerinden gizledikleri için” komutanlarını öldürdüler.
Padişah’ın derleme ordusu kısa bir süre içinde yok olup gitti…
Anadolu’da, il ve ilçe müftüleri bir araya gelerek, Şeyhülislam fetvalarını yadsıyan karşı fetvalar yayınladılar.
Ankara Müftüsü Rıfat Efendi başta olmak üzere 153 Anadolu müftüsü çıkardıkları beş ayrı fetvada; milli mücadeleye katılmanın din ve vatan görevi olduğunu, “bu uğurda ölenlerin şehit kalanların gazi” sayılacağı belirtti.
Ve İstanbul fetvalarının geçerli olmadığını hükme bağladı.
Milli mücadeleden yana davranan din adamlarından Karaisalı (Adana) Müftüsü Hoca Mehmet Efendi ise fetvasında şöyle söylüyordu:
“Padişah, İngilizler’e kötülük ve bela aracı olmaktadır. Ona bağlılık, şeriat hükümlerine karşı çıkmaktır. Bu nedenle, dini ve ülkeyi kurtarmak için savaş meydanına atılan önderlere ve komutanlara katılmak, onların sözünü dinlemek arz olunmuştur”
“Mustafa Kemal ve Kurtuluş Savaşı”
GHA – Genel Yayın Yönetmeni
Mehmet AÇIK