50 yıl önce…
Neredeyse bugünler…
Efeler Diyarı Aydın’nın havası…
İzmir gibi öyle “yanar/döner” değil…
Gündüz terleten sıcak…
Güneş batınca yerini tatlı bir serinliğe bırakıyor…
Kent merkezindeki bir evde ise…
Tatlı bir heyecan var…
“Bir bebek geliyor o adrese…”
İyi de bebeğin cinsiyeti belli değil…
1958’de keşfedilen ultrason cihazı bile…
Daha o günlerde Türkiye’ye gelmemiş…
Yine de o tatlı telaşı…
Hatice – İsmail Bursalı çiftinin…
Bahçeli evinde hissetmemek mümkün mü?
Hem esnaf hem turizmci baba İsmail’in ailesi Yörük…
O sırada karnı burunda anne adayı Hatice ise…
Selanik ve Arnavut göçmeni İzmirli bir ailenin kızı…
Sancılarla ve duaların eşliğinde…
Şebnem Bebek…
Sabaha karşı…
Yeşil-ela gözlerini açıyor dünyaya…
Evde bayram var…
En çok sevinen de büyük ailenin “Ali Dede”si…
Nasıl sevinmesin?
11 erkek kuzenin ardından…
12’nci torun bir kız…
Kulağına üflüyorlar adını:
“Adınla yaşa Şebnem…”
Bursalı Ailesi…
“Şebnem”in gelişini…
Masallardaki gibi…
Üç gün, üç gece…
Evin sokağından geçen herkese yemek ikram ederek kutluyor…
Ve o gün…
Minik Şebnem için “hayat yolculuğu”nda milad oluyor…
Çünkü…
O anne ve baba…
Çekirdek bir ailede bile…
Kız çocuklarının…
Her toplumda erkek çocuğu kadar değerli olduğunu…
Göstermekle kalmıyokr!
Üreten… Seven… Sevdiren… Sevindiren…
Ve, hepsinden önemlisi…
Toplumun en küçük birimi olan aileyi ayakta tutan…
Bir canlı olduğunu…
Şebnem’e öylesine güzel hissettirdi ki…
Anlatılmaz…
Şebnem gibi yaşamak gerekli…
*
Şebnem’in önündeki yıllar…
Adata “ışık hızı” ile geçiyordu…
17 yaşında…
Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nü kazandı…
Gazeteci olmak…
Güzel Şebnem’i doğrusu çok heyecanlandırıyordu ama…
Nedense…
Gri şehir Ankara’yı sevememişti…
Aydın’ın sıcak kalpli insanlarını nasıl da arıyordu?
Annesinden, babasından ve yuvasından…
İlk kez ayrılan o güzel kız çocuğunu…
Ankara’nın kasvetli havası az da olsa korkutmuştu…
Babasına nazlandı:
“Dönmek istiyorum; bu şehirde yapamayacağım!”
Babacığı…
Şebnem’e hayat dersi verdi adeta:
“Bu tercihi sen yaptın… Hedefine ulaşıncaya kadar sevmeyi de öğreneceksin… Yaptığın tercihin bedelini, artıları ve eksileriyle birlikte kabullenmen gerekir… Bak, bunu bir daha söylemeyeceğim…”
*
Ankara’nın “renklerini” keşfetmeye başladığında…
Hayat rotası belli olmuştu…
O üniversitede…
Ekmeğini kazanacağı mesleği aslanlar gibi öğrenecekti…
Dediğini de yaptı…
*
Dünyanın “en güzel” mesleğine adım attığında…
21 yaşına yeni basmıştı Şebnem…
İki kez gazeteciliği bırakmaya kalkıştı…
Biri anneciğinin…
Diğeri de babacığının…
Dönülmez hastalıklarını öğrendiği günlerde…
İki keskin karardan vazgeçmesine…
Bir kez daha babası oldu…
İnanılmaz sıkıntıları…
Bir kor ateş gibi o yaşta içinde taşıdı…
Öyle bir mesleğin meleği olmuştu ki…
Acıları yüreğine gömdü…
Babacığı bi’kez daha…
Bu fani dünyada güzel kızına “hayat rehberi” olmuştu…
Ve, Şebnem…
Yaşam rotasında şu karara vardı; taa bugünlere gelene kadar:
“Büyük kararlar aldığımda ya da vazgeçmeye hazırlandığım her adımda hep (Babam sağ olsaydı, bana ne tavsiye ederdi?) diye düşündüm… Bu formülle doğruyu buldum…”
*
Sonra?
Açık ve net; sonrası şu:
Açık ve net:
Sohbet ederken dedi ki…
“Bir kez olsun, gazetecilik mesleğini neden seçtiğimi sorgulamadım… Hep çok keyif alarak çalıştım… Bazen ayağım takıldı düştüm ama hep kalkmayı başardım… Kimseyle rekabet etmedim; tek rakibim olarak hep kendimi gördüm… Önce insan sonra gazeteci olmaktan hiç vazgeçmedim…”
Hiç mi Şebnem’i, kırıp, dökenler olmamış?
Belli ki, olmuş!
Verdiği cevaba bakar mısınız?
“Beni kırmak – dökmek isteyenlere hiçbir zaman aynı karşılığı vermedim… O kişilere hep daha çok çalışarak ve daha çok başararak en güzel cevabı verdim… 50’nci yaşım bana çok uğurlu geldi… Kendimin biraz daha farkına vardım… İnsanları hep sevdim ama bu yaşta sevginin tadına daha bir vardığım bir yaşın sevgi çemberi içindeyim ve çok mutluyum…”
*
Bir gazetecinin…
Bir gazeteciyi yazması kolay değil…
Mesleki duygular belki aynı ama…
İstekler… Arzular… Beklentiler… Ve tabii ki feleğin çemberi…
Acaba neden bir yuva kurmadı meslektaşım Şebnem?
Ve…
Tek kelimeyle başlayan bir cevap:
“Kısmet…”
Ve devamı şöyle:
“Bu hayatta bir çocuğum olmadı ama önce kendi yeğenlerim ve aslında ülkemin bütün çocuklarını kendi yavrularımın yerine koydum… İnsanlarla ilişkide bütün kapıları önce iyi niyet sonra gülen bir çift göz ve sarılmanın sarmalamanın açtığını gördüm… Şimdi yarım asrı devirdiğim gün hayatımda yeni bir döneme de başlıyorum… 30 yıl boyunca koridorlarında topuklu ayakkabılarımla bir haber, bir demeç, bir perde arkası veya bir manşet almak adına koştuğum politikanın tarafına geçtim… Kim
bilir, üstlendiğim ve sorumluluğunu aldığım her görev ve sıfatta mükemmeliyetçi olmam özel hayatımda böyle bir durum yarattı…”
Sohbetin tam burasında…
Sorulmaz mı, şu soru:
“Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın etkisi var mı, manşet peşinde koşarken, meslektaşlarının manşeti aradığı adres olmanda?”
Ela gözlerin sahibesi diyor ki; son noktayı koyarken:
“30 yıl boyunca röportaj yaptığım onlarca siyasi lider arasında kalbi ve vicdanı sadece Türkiye için değil, dünyadaki tüm Müslümanlar ve mazlumlar için attığına defalarca tanıklık ettiğim dünya lideri Recep Tayyip Erdoğan ile bu yola çıktım… Hizmet için en güzel araç olan siyaset yoluna en güzel yerden başladım… Dünya lideri Erdoğan yanında AK Parti’de ve şehirlerin en güzeli, insanların en renklilerinin yaşadığı kahkahaların en güzellerinin atıldığı ilklerin şehri, kurtuluşun ve kuruluşun kenti, anacağımın şehri, benim şehrim İzmir’imden başlamak benim için hayal bile edemeyeceğim kadar özel…”
Peki; hedefi ne, güzel meslektaşımın?
Diyor ki:
“Bir değil, binlerce hayalim vardı şu yaşıma kadar… Çoğunu gerçekleştirdim Allaha şükür; şimdi bir hayalim daha var… İzmir’imi, Türkiye’mi hizmet yolunda önce kadınlarla, gençlerle, dezavantajlı kesimlerle, sivil toplum örgütleri ve elbette 30 yıldır el ele, yan yana omuz omuza ter döktüğüm meslektaşlarımla yüceltmek istiyorum… Köprü olabilirsem ne mutla bana…”
*
Veda zamanı…
Bi’cümle ile bitiriyoruz:
“Mutlu musun Şebnem Bursalı?”
“Mutlu muyum, çok mutluyum… Gururlu muyum, çok gururluyum… Heyecanlı mıyım, hem de nasıl heyecanlıyım…”
Siz bu yazıyı okurken…
Şebnem Bursalı, büyük ihtimalle yarın AK Parti İzmir Milletvekili olarak yeminini etmek için 30 yıldır gazeteci olarak girdiği TBMM’nin Genel Kurul kürsüsünde olacak…
Nokta…
Hamiş 1: “Şebnem” adının anlamı, aslında “Çiy”… Yani…
Havadaki su buharının soğuk bir yüzey üzerinde…
Sıvı hale geçmesi sonucu oluşan su damlacıklarının adı…
Ancak… Aydın’da dünyaya gelen “Şebnem”… Aslında…
Tay Yayınları’nın taaa yarım asır önce çok moda olan… “Şebnem Bebek” adındaki, kesmeli, çıkarmalı, yapıştırmalı bir etkinlik kitabı… Çocukların becerisini artırıyor… Bu güzel ülkede 10 binden fazla “Şebnem” yaşıyor… Bunun 1000 tanesi İzmir’de…
Hamiş 2: Şebnem Bursalı, tipik “İkizler Burcu” kadını… Hızlı düşündüğü için hızlı konuşması ile tanınsa da bu aslında “İkizler Burcu”nun pratik zeka durumundan kaynaklanıyor…
Sonsöz: “Her şey, neye layıksa ona dönüşür… / Hz. Mevlana…”