Gündüz kuşağı krizi…
Hepimiz toplumun yozlaşmaya doğru ilerlemesinin ve toplumda ahlaki çöküşün artmasından yakınırız ama birçoğumuz da bu durumu
düzeltmek için elimizi taşın altına koymaya pek gönüllü değiliz. Toplumda olup bitenlerden yakınıyoruz sadece, çünkü şikayet
etmeyi seviyoruz. İş bir şeyler düzelsin diye çabalamaya başlandığı zaman ortalıkta pek kimseyi bulamıyoruz.
Ya acı çekmeyi seviyoruz yada acı çeken insanları görünce, yaşadığımız hayatın daha katlanılabilir olduğu fikri bizi rahatlatıyor, sebebi ne olursa olursa olsun her gün ekranlara sunulan çarpık ilişki ağlarını izlemeyi seviyoruz, ya da sevdiriliyoruz….
evet her gün ekranlara çıkan kadın kuşaklarından bahsediyorum…
bu programlara katılan konuk profili aşağı yukarı şöyle ;çocukları bırakıp
başka bir adama kaçmış evli bir kadın, karısnı çocuklarını aç bırakıp başka kadınlara giden bir koca, kaynıyla kaçmış gelin, geliniyle birlikte olan kayınbaba hatta dayısına kaçmış yeğen, kendinden yaşça büyük bir adama kaçmış 15 yaşındaki kız çocuk…
Çocuklarının babasının kim olduğunu DNA testiyle programda öğrenen bir anne, babası yeterince para kazanamadığı için evden kaçan çocuklar…
Bunun gibi ve daha niceleri her gün gündüz kuşağı adı alında topluma izlettiriliyor.
Şöyle diyebiliriz kimse bize silah zoruyla izlettirmiyor izlemeyebilirsiniz.
Evet böyle bir tercih var ama birde insanların merak duygusu var ki akıllara ziyan…
İnsanlığın varoluşundan buyana süre gelen başkalarının ne yaptığı ile ilgili merakı, hatta dedikodu ihtiyacı bile diyebiliriz biz buna..
Bu tür programlar insanların bu merak duygusunu kullanarak toplumu yozlaştırma ve ailevi değerleri derinden sarsma temelli bir toplum mühendisliğidir.
Bu programları izleyen aile bireyleri, bu yaşanılan ahlaksızlıkların toplumun her kesiminde olağan ve sıradan sayılmasına olanak sağlıyor. Yani eskiden ahlaksız olarak kabul edilen kavramlar normalleşiyor sanki her ailede olabilecek şeyler seviyesine getiriliyor.
Böylece aile yapısının dibine dinamit yerleştirmiş oluyoruz.
Ahlaksızlık ne zaman normal karşılanırsa toplumsal çöküş o zaman başlamış demektir ve çöküş ailede başlar…
Bu yüzden aile bireylerimizi TV’nin toksik etkisinden korumalıyız, önümüze gelen her programı her haberin doğruluğunu ve yararlığını ince eleyip sık dokuduktan sonra kabul etmeliyiz.
Unutmayalım TV’ler süper algı araçlarıdır.
Hoş vakit geçirelim derken toplum mühendisliğinin algısına ailemizi kurban etmeyelim.
Selametle…
Meryem Okumuş
GHA – Yazar