Ömür Dediğin Kaç Günlük?
Dost meclisindeyiz. Herkesin sustuğu, derin düşüncelere daldığı o anlardan biri… Ortamda bir sessizlik var, birdenbire biri sesiyle bu huzuru bozar:
“Ömür dediğin kaç günlük?”
Bu soruyu soran kişi, gözlerinde belirsizlik ve bir miktar kaybolmuşluk hissiyle etrafına bakarken, diğer dostları da kafalarını sallayarak derin bir şekilde düşünmeye başlar. O an, hayat ve ölüm arasındaki ince çizgi, sanki bir anda herkesin içine girmiştir. Yüzlerine baktım, gözlerindeki hüzünle karışık belirsizlik, onların da hayatta bir şeylere dair çözemedikleri soruları barındırdığını gösteriyordu. Herkesin aklında olan sorular bir türlü dillendirilemiyor, ama o soruların cevabını bulma umudu, hala bir şekilde içlerinde yaşıyor.
Sonunda, dayanamayıp, sessizce, derin bir nefes alarak konuşmaya başladım:
— Aslında ölüm, birçok sorunun cevabıdır.
Başlarını kaldırdılar ve gözlerindeki merakla karışık derin düşünceler artmaya başladı. Birkaç saniye sessizlik oldu, sonra devam ettim:
— Eğer bu kadar kıymetli bir mahluk isen ve çevrendeki her şey sana hizmet ediyorsa, bu dünya için yaratılmamışsın demektir. Ölüm, bunu ispat eden, ihtar eden, insana kim olduğunu hatırlatan en büyük hakikattir.
Herkes bir süre sessiz kaldı, gözlerinde bir farkındalık belirdi. Bir şeyler yavaşça yerine oturuyordu, fakat hâlâ tam olarak ne olduğunu anlamış gibiydiler. Derken, uzaklardan ezan sesi yükseldi, o kutsal çağrı, içimizi saran bir huzur bırakarak her tarafı doldurdu. Bir an için herkes sustu, o an ezanın sesini dinlemek, sanki her şeyin doğru olduğuna dair bir onay gibiydi.
Ezanın her kelimesi kulaklarımızda yankılandı. Yavaşça, sesimi yükseltmeden, ama bir anlam yükleyerek devam ettim:
— İşte, şu okunan ezan da söylediklerimi tasdik ediyor. Bakın ne diyor: Eşhedü en lâ ilâhe illallah. Yani insanın dünyaya geliş gayesi, Kur’an’ı talim etmek, O’na inanmak ve yaşamak.
Sesim, ezanın melodik çağrısıyla birleşirken, dostlarımın dikkatini tamamen üzerime çekti. Onların gözlerinde bir farkındalık, bir uyanış başladı.
— Eşhedü enne Muhammeden Resûlullah. Yani, Kur’an’ın en büyük müfessiri olan Aleyhissalâtü Vesselâm gibi yaşamak, onu örnek almak. O, bu dünyada nasıl yürüdüyse, biz de öyle yürümeliyiz. O’nun hayatı, bizim yol göstericimiz olmalı.
Bir dost, derin bir nefes aldı. Diğerleri ise gözlerini kapayarak biraz düşündü. Sanki bu sözler, bir şeylerin kapısını aralayan bir anahtar gibiydi.
— Hayya ale’s-salâh. İşte insanın dünya macerası burada anlam kazanıyor. Şu dünyaya eğlenmek, zevk almak için gelmedik. Asıl varoluş sebebimiz, Cenâb-ı Hakk’a ibadet etmek, O’na yönelmek. Bunun en büyük delili de günde beş defa semaları dolduran bu çağrıdır: Haydin namaza!
Bir anlık bir sessizlik… İçlerinden biri başını kaldırıp gülümsedi ve biraz önce söylediğimi, şimdi daha iyi anladığını belli ederek sordu:
— Yani diyorsun ki insan, Kur’an’ı okuduğunda ve onun en büyük müfessiri olan hadisi rehber edindiğinde, şu hayatın anlamını kavrayabilir?
Gülümsedim ve başımı sallayarak:
— Bundan daha açık bir delil var mı?
Hayatın anlamı, bazen karmaşık ve derin görünebilir. Ancak, her şeyin başlangıcı ve sonu çok basittir: Ölüme doğru yolculuk… Ömür dediğin, aslında bir ezan vaktinin süresi kadar. O kadar kısa. Ama önemli olan, ne için yaşadığını bilmektir. Eğer insan niçin yaratıldığını anladıysa, işte o zaman ölümsüzlüğün sırrına ermiştir. Ölüm, sadece bedenin sonu değil, ruhun ebediyetine açılan bir kapıdır. Her şeyin sonu olan bu noktada, ruhun hakikate doğru yol alması için insanın yapması gereken, yaşamını doğru anlamaktır.
Ömür dediğin kaç günlük? Belki bir ezan vaktinin süresi kadar… Ama eğer insan niçin yaratıldığını anladıysa, işte o zaman ölümsüzlüğün sırrına ermiştir. Bu farkındalık, insana her anını değerli kılar, her nefesini kıymetli yapar.
Selam ve dua ile…
Fiemanillah. Nihal Taş