Ramazan ayı, sadece oruç tutmakla sınırlı kalmayan, aynı zamanda gönüllerimizin arındığı, sabrın ve şükürle geçirdiğimiz bir dönemdir.
Bu mübarek ay, sahip olduğumuz her şeyin, gerçek sahibinin kim olduğunu daha derin bir şekilde kavrayabilmemiz için bizlere bir fırsat sunar. Oruç, yeryüzündeki nimetlerden bir süreliğine uzak kalmayı ve bunun karşısında Allah’a şükretmeyi öğreten bir ibadettir.
Ramazan’a 3-5 gün kala, sahiplik iddialarımızın ne kadar yanıltıcı olduğunu daha iyi anlamaya başlarız. Günlük hayatın telaşı içinde bazen unuturuz, sahip olduğumuzu düşündüğümüz her şey, aslında geçici bir emanettir. Oysa Ramazan ayı, bu geçiciliği hatırlatmak için bizlere bir arınma fırsatı sunar. Sahiplik üzerine düşündüğümüzde, “Bu benim!” demek, sadece bir sahiplik anlayışının dışavurumudur. Fakat gerçek sahiplik, derin bir teslimiyet gerektirir; her şeyin Yaratan’a ait olduğunu kabul etmek.
İnsan, sahip olduklarını genellikle kendi çabalarıyla kazandığını düşünür. Ama bu düşünce, geçici ve dar bir bakış açısına dayanır. Ramazan, bize her şeyin sadece bir nimet olduğunu ve O’nun takdiriyle bizlere verildiğini hatırlatır. Oruç tutarken, hem bedenen hem de ruhsal olarak sahip olduğumuz nimetleri gözden geçiririz. Yavaşça, yediğimiz yemeklerin, içtiğimiz suyun ne kadar değerli olduğunu daha fazla hissederiz. Kısa bir süreliğine bunlardan mahrum kalınca, sahip olduklarımıza olan şükrümüz artar.
Bu mübarek ay, aynı zamanda sabır ve şükürle ilgili bir rehberdir. Sahiplik anlayışımızı yeniden şekillendirir. Zira, her bir nimet bir emanet olarak bizlere sunulmuştur. “Göklerde ve yerde ne varsa, O’nundur…” diyerek, sahip olduğumuz her şeyin, geçici bir süre için bizimle olduğunu kabul ederiz. Bu anlayış, sadece oruç ile sınırlı kalmaz; hayatın her alanında şükretme, tevazu gösterme ve gerçek sahiplik anlayışını içselleştirme çabası haline gelir.
Ramazan, manevi arınma için büyük bir fırsattır. Oruç, sadece bedeni bir tutum değil, aynı zamanda ruhsal bir yaklaşımı da ifade eder. Zaman zaman zenginlik, sağlık, aile gibi dünyalıklar üzerinden sahiplik iddialarımızı sürdürürken, aslında bu her şeyin Allah’ın bizlere birer emanet olduğunu unuturuz. Ramazan, bu yanılgıları fark etmek ve tüm nimetlere karşı şükürle yaklaşmak için bir aydır.
O yüzden, Ramazan’a yaklaşırken, sahip olduğumuz her şeyin gerçek sahibi olan Allah’a şükretmek ve her anın değerini bilmek gerekir. Yediğimiz ekmek, içtiğimiz su, başımızdaki şapka ya da yaşadığımız ev, bunların hepsi birer emanet ve nihayetinde her şey O’nun olacaktır. Ramazan, sadece oruçla değil, bu derin farkındalıkla da anlam bulur.
Her yıl tekrar tekrar gelen Ramazan ayı, bize sahip olduğumuzu düşündüğümüz şeylerin gerçekten bizim olmadığını, onların her birinin O’ndan birer hediye olduğunu hatırlatır. Ve bizlere, bu hediyeleri nasıl doğru şekilde kullanmamız gerektiğini gösterir. Sahiplik, bir sorumluluktur; bu sorumluluğu yerine getirmek ise ancak minnettarlıkla mümkündür. O yüzden, Ramazan ayında, “Bu benim!” demek yerine, “Bunlar O’nun lütfudur ve ben yalnızca bir emaneten sahibim” diyerek, gerçek sahiplik anlayışını kalbimize kazandıralım.
Seher Polat