Gerçek Aşk: Uçurumun Kenarındaki Çiçek
Ayşe Bulat Yazdı
Aşk, ilk yılların heyecanıyla başlar. Kalp hızlı çarpar, her an bir başka sürpriz, bir başka çiçek beklenir. Ancak zaman geçtikçe bu heyecan, yerini durgun bir huzura bırakır. İşte tam da bu noktada insanlar aşkı sorgulamaya başlar. Heyecan yoksa aşk da yok mu?
Bir kadının hikâyesi, bu sorunun cevabını veriyor. Eşiyle yıllarını paylaşmış, birlikte mutlu anılar biriktirmişti. Ancak o “sakin adam”ın, bir zamanlar kalbini ısıtan durgunluğu artık onu sıkmaya başlamıştı. Kadın, eşinin “değişmeyen mizacı” karşısında umudunu yitirmiş ve evliliklerini sonlandırmak istemişti.
Ama eşinin verdiği cevap, gerçek aşkın ne olduğunu anlamasını sağladı:
“O çiçeği senin için koparmazdım çünkü senin yanında olabilmek için sağlıklı bir bedene ihtiyacım var. Sana hayat boyu destek olabilmek, ihtiyaçlarını karşılayabilmek için ellerime, gözlerime, ayaklarıma ihtiyacım var. Ama seni benden daha çok seven biri olsaydı, evet, o çiçeği koparırdım.”
Bu mektup, romantizmin ötesinde bir bağlılığı, derin bir sevgiyi anlatıyordu. Aşk, her zaman uçurumun kenarındaki çiçeği koparmak değildir. Bazen o çiçeği yerinde bırakıp, sevdiğinizin yanında dimdik ayakta durabilmektir.
Aşk, heyecan dolu bir başlangıçtır. Çiçekler, sürprizler, romantik anlar ilişkinin ilk taşlarını döşer. Ancak zamanla bu heyecan azalır, yerini daha sade, daha derin bir bağlılığa bırakır. İşte o an, aşkın gerçek yüzü ortaya çıkar.
Gerçek aşk, yeri geldiğinde sıkıcı, tekdüze, hatta renksiz görünebilir. Ama o hep oradadır. Kimi zaman bir susamlı ekmekle, kimi zaman bir taze sütle kapıda bekler. Bazen bir tebessümde, bazen birlikte geçirilen sessiz bir akşamda kendini gösterir.
Hayatın karmaşası içinde gerçek aşkı görebilmek, onu hissedebilmek bir sanattır. Çünkü aşk, sadece çiçeklerle, sürprizlerle değil, sadakatle, sabırla ve şefkatle büyür.
Bir kez daha anlıyoruz ki: Aşk, heyecanla başlayabilir ama huzurla devam eder. Ve gerçek aşk, o çiçeği koparmak değil, o çiçeği birlikte seyretmeyi seçmektir.
Sizce aşk, her zaman sürprizler ve heyecanlarla mı tanımlanmalı, yoksa bağlılık ve huzur daha mı önemlidir?