Dünyanın dört bir yanında adalet ve özgürlük her geçen gün daha fazla sınanıyor. İnsan hakları, ifade özgürlüğü ve en temel insani değerler, otoriter yönetimlerin baskısı altında eziliyor.
Sanatçılar, akademisyenler, gazeteciler, hatta masum çocuklar bile fikirlerini dile getirdikleri için tehdit altında.
Geçtiğimiz günlerde İsrail, Oscar ödüllü Filistinli yönetmen Bassel Khaled’i tutukladı. Bir sanatçıyı hapse atmak, sadece bir bireyi susturmak değil, onun temsil ettiği bir halkın sesini boğmaya çalışmaktır. Tarih boyunca sanat, baskıya direnen en güçlü seslerden biri olmuştur. Resimler, filmler, şarkılar ve kitaplar, halkların hafızasına kazınan en etkili protesto araçlarıdır. Belki de tam da bu yüzden, otoriter rejimler sanattan korkar.
Öte yandan, sosyal medyaya yansıyan bir başka olay, adalet sisteminin nasıl çarpıklaştığını bir kez daha gözler önüne serdi. Bir çocuk, “Her şey çok güzel olacak” dediği için gözaltına alındı. Basit bir umut ifadesi bile tehdit olarak algılanıyorsa, o toplumda korku yönetimi artık sistematik hale gelmiş demektir. Çocukların bile sözlerinden korkan bir yönetim, aslında kendi çöküşünün sinyallerini veriyordur.
Ve bir başka haber: ABD’de bir Türk doktora öğrencisi, Gazze’de İsrail’in soykırım yaptığını yazdığı için tutuklandı. Dünyanın en büyük demokrasi savunucularından biri olarak lanse edilen bir ülkede, özgür düşünce suç olarak görülüyorsa, gerçeğin söylenmesine karşı küresel bir korku var demektir. Peki neden? Çünkü gerçekler, güçlüleri rahatsız eder. Çünkü gerçekler, çıkarları sarsar. Çünkü gerçekler, ezilenlerin elinde en güçlü silahtır.
OTORİTER YÖNETİMLER NEDEN BENZEŞİR?
Tarih boyunca otoriter rejimler, farklı zamanlarda ve farklı coğrafyalarda olsa bile, hep aynı yöntemlere başvurmuştur:
• Özgür basını susturmak,
• Sanatı ve kültürel üretimi baskı altına almak,
• Eleştirenleri cezalandırmak,
• Gerçekleri söyleyenleri hain ilan etmek,
• Toplumu korku ve sindirme politikalarıyla yönetmek.
Bu yönetimler, kendilerini güçlü sanır ama aslında en zayıf olanlar onlardır. Çünkü varlıklarını sürdürebilmek için baskıya, şiddete ve sansüre muhtaçtırlar. Halkın desteğini kaybettikçe, korku yaratmaya daha fazla ihtiyaç duyarlar.
Ancak unuttukları bir şey var: Tarih boyunca hiçbir baskı sonsuza kadar sürmemiştir. Zamanın ruhu, daima özgürlüğü ve adaleti savunanların lehine işlemiştir. Zulüm devam edebilir, ama vicdanı olan insanlar sustukça, daha büyük zulümlerin kapısı açılır.
YAŞANANLARDAN NE ÖĞRENMELİYİZ?
Bugün dünyanın farklı yerlerinde yaşanan bu olaylar bize bir şey öğretiyor: Sessiz kalmak, haksızlığa ortak olmaktır. Küresel çapta insan hakları, özgürlük ve adalet için sesimizi yükseltmek zorundayız.
• Bir sanatçının hapsedilmesine karşı çıkmalıyız, çünkü sanat özgür olursa toplum özgür olur.
• Bir çocuğun umut dolu sözleri bile tehdit sayılıyorsa, baskının geldiği noktayı sorgulamalıyız.
• Gazze’de yaşananları dile getirdiği için hapse atılan bir akademisyenin sesi olmalıyız, çünkü susarsak zulüm daha da pervasız hale gelir.
Bu yüzden, hangi milletten, hangi dinden, hangi görüşten olursa olsun, haksızlığa uğrayan herkesin yanında olmalıyız. Çünkü adalet bir gün herkese lazım olur. Çünkü bugün bir başkasının başına gelen, yarın bizim başımıza gelebilir. Çünkü özgürlüğün olmadığı yerde, hiçbirimiz gerçekten güvende değiliz.
Otoriter yönetimler kötülükte benzeşirler. Ama unutmayalım ki, insanlık da direnişte birleşebilir. Ve tarih, er ya da geç haklı olanların zaferiyle sonuçlanır.
Halkın sesi
📧 Her türlü soru ve geri bildiriminiz için bizimle iletişime geçebilirsiniz: guncellhaberajans@gmail.com