Türk Dünyası İçin Bir Sınav: Kıbrıs Meselesinde Ayrışmak
Nihal Taş / GHA Köşe Yazısı
Türk Devletleri Teşkilatı’nın kurulması, yalnızca sembolik bir birlikteliği değil, aynı zamanda Türk dünyasının geleceğine dair stratejik bir vizyonu temsil ediyordu. Bu vizyon; ortak tarihi bağları, kültürel kardeşliği ve siyasi dayanışmayı kurumsallaştırma niyetiydi. Ancak Kazakistan, Türkmenistan ve Özbekistan’ın son dönemde Avrupa Birliği ile imzaladığı anlaşmalar çerçevesinde Kıbrıs Rum Kesimi’ni “Kıbrıs Cumhuriyeti” olarak tanıması ve diplomatik ilişkiler kurması, bu vizyonun pratiğe ne ölçüde yansıtıldığını sorgulatıyor.
Uluslararası Hukukta Kıbrıs: Meşruiyet ve Çelişki
Kıbrıs adasındaki fiilî durum, uluslararası hukuk açısından çelişkilerle doludur. 1960 yılında kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti, Türk ve Rum taraflarının eşit kurucu unsurlar olarak yer aldığı iki toplumlu bir devletti. Ancak 1963’te Rum tarafının anayasayı tek taraflı ihlal ederek Türkleri yönetimden dışlamasıyla bu denge bozuldu. BM ve birçok ülke hâlen bu tek taraflı yapıyı meşru hükümet olarak tanırken, adanın kuzeyinde yaşayan Türk halkı kendi meşru yönetimini oluşturarak 1983’te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni ilan etti.
Buradaki temel mesele şudur: Rum tarafının tanınması, aslında Kıbrıs Türk halkının siyasi eşitliğinin, kimliğinin ve devlet yapısının yok sayılması anlamına gelmektedir. Birleşmiş Milletler’in defalarca barış ve federasyon temelli çözüm çağrısında bulunmasına rağmen Rum kesimi bu girişimleri sürekli olarak akamete uğratmıştır. 2004’teki Annan Planı referandumunda Türk tarafı “evet”, Rum tarafı ise “hayır” dediği hâlde, AB yalnızca Rum kesimini tam üyelikle ödüllendirmiştir. Bu çifte standart, bugün yaşanan gelişmelerin temel zeminidir.
AB’nin Stratejisi: Orta Asya’da Derinleşme
Avrupa Birliği, enerji arz güvenliği, Çin ile rekabet, Rusya’nın nüfuzunu dengeleme ve doğrudan yatırım kanalları açma hedefiyle Orta Asya ülkeleriyle ilişkilerini güçlendirme stratejisi izlemektedir. AB, özellikle Kazakistan üzerinden hidrokarbon kaynaklarına ulaşmayı, Türkmenistan ile enerji transfer projeleri geliştirmeyi ve Özbekistan’da altyapı yatırımlarını finanse etmeyi hedeflemektedir. Bu strateji kapsamında, 2023–2024 döneminde 12 milyar Euro’ya ulaşan yatırım vaatleri, doğrudan ve dolaylı şekilde diplomatik beklentilerle ilişkilendirilmektedir. Kıbrıs Rum Kesimi’nin tanınması da bu beklentilerin önemli başlıklarından biridir.
Ancak burada temel bir çelişki ortaya çıkıyor: AB’nin tek taraflı bir adayı “meşru” sayarak, uluslararası çözüm iradesini yok sayması, Orta Asya devletlerinin bağımsız karar mekanizmalarını da sorgulatır hale getiriyor. Kendi ulusal çıkarlarını gözetmeleri anlaşılabilir olsa da, bu kararların Türk dünyası içindeki dayanışmayı zedeleme potansiyeli büyüktür.
Türk Devletleri Teşkilatı: Sınanıyor mu?
Türk Devletleri Teşkilatı’nın temel amacı, ekonomik entegrasyonun ötesinde ortak kültürel kimliği ve siyasi duruşu güçlendirmekti. Ancak bu son gelişmeler, teşkilatın ortak dış politika üretme kapasitesinin hâlâ çok zayıf olduğunu gösteriyor. Kıbrıs gibi sembolik ve tarihî bir konuda bile ortak bir duruş sergilenememesi, teşkilatın geleceği için ciddi bir sınav niteliği taşıyor.
Türkiye açısından mesele sadece Kıbrıs değil; aynı zamanda Türk dünyası içindeki güven ilişkilerinin yeniden sorgulanmasıdır. Kıbrıs Türkü’nün meşruiyetini görmezden gelen bir yaklaşım, uzun vadede diğer bölgesel krizlerde de benzer dışlanma pratiklerine kapı aralayabilir.
Sonuç: İhtiyaç Duyulan Şey, Sessiz Diplomasi mi, Açık Tavır mı?
Bu noktada Türkiye’nin diplomatik tepkisini soğukkanlı ama kararlı bir çizgide yürütmesi önemlidir. Kardeş bildiği devletlerle ilişkileri koparmadan, bu tercihlerin yaratacağı sosyo-politik kırılmalar anlatılmalı; gerekirse Türk Devletleri Teşkilatı içinde bu konuda açık oturumlar yapılmalıdır. Kıbrıs Türk halkının haklı mücadelesi sadece Türkiye’nin meselesi değil; tüm Türk dünyasının ortak değeri olarak sahiplenilmelidir.
Yoksa bugün Kıbrıs’ta sessiz kalınan bir haksızlık, yarın başka bir coğrafyada başka bir Türk toplumu için örnek teşkil edebilir.
Ve işte o zaman, sadece birliği değil, ortak geleceği de kaybetmiş oluruz.