TALAŞ SOBALARI
Nazilli Sümerbank, lojmanlarında oturan çalışanlarına kışın yakacakları, tahta parçası ve talaşlarını bile verirdi.
Talaş ve tahta parçaları fabrikanın ağaç işlenen Mekikhane, masurahane ve marangozhane gibi atölyelerinden gelirdi.
Düşünün yaklaşık 450 lojmana bir kış boyunca yetecek kadar talaş ve çıkıntı tahta üretimi yapan atölyeler…
Muazzam bir üretim. Saydığım atölyeler sadece Nazilli fabrikasının değil, Türkiye’deki diğer Sümerbank fabrikalarının ve özel tekstil firmalarının mekik, masura, vurucu kol ve diğer ağaç aksamının üretimini yapıyordu…
Kış ayları yaklaşınca fabrikanın marş motoru olmadığı için önden Z harfine benzer demir manivela sokulup çevrilerek çalışan kahverengi kamyonuna dağ gibi yüksek talaş çuvalları yüklenir, sıra ile ayrım yapılmaksızın her lojmana eşit miktarda dağıtılırdı.
Herkes çuvallarını lojmanlarının bitişiklerine yaptıkları odunluklarına boşaltır, çuvalları teslim eder, dağıtım herkes alıncaya kadar devam ederdi. Tahta parçası almak isteyenlerde isimlerini yazdırır, hatalı üretilen ya da üretim sırasında kırılıp işe yaramaz hale gelen masura, takoz gibi çıkıntılar çuvallara doldurulmuş olarak gelirdi.
Biz Sümerbank çocukları özellikle bu çuvalların gelmesini dört gözle beklerdik. Çuvallardan çıkanlarla kendimize, masuralardan tabanca, takozlardan, tren, araba gibi oyuncaklar yapardık…
Odunluklarımız tepeleme yakacakla dolardı.
Lojmanlar küçük odalardan oluştuğundan, hemen herkes talaş sobası kullanırdı. Talaş sobaları ince sacdan yapılmış, üzerinde tamamen açılabilen kapağı, önünde sürgülü kapaklı küçük bir deliği olan basit sobalardı. Üst kapak açılır önceden hazırlanmış talaş kovası sobaya yerleştirilir, kapak kapatılırdı. Öndeki küçük “Sürgülü kapak” sobanın kontrol merkezi olup yanma hızını ayarlamak bakımından çok önemliydi.
Herkesin en az 2-3 boş talaş kovası olurdu. Talaş kovası hazırlamak başlı başına bir uzmanlık gerektirirdi. Üstünkörü hazırlanan talaş kovası 5 dakikada yanar biter iyi ısıtmazdı. Önceleri bizim kovaları babam hazırlardı. Ortaokula başlayınca bu görev bana devredildi.
Artık kovaları ben basacaktım. “Basmak” fiili öylesine söylenmiş bir kelime değildi. Kovaları hazırlarken ortaya hava deliği için bir boru sokulur etrafına doldurulan talaşlar önce ağır bir tokmakla vurularak sıkıştırılır, kova ortalara kadar gelince üzerine çıkılıp ayakla basılarak sıkıştırıla, sıkıştırıla doluncaya kadar basılırdı. Talaş ne kadar sıkı basılırsa kova o kadar uzun süre dayanırdı.
Gevşek basılan kovalardaki talaş erkenden çöker, çökerken de sobanın alt önündeki delikten kıvılcım püskürtürdü. En çok korktuğumuz şey de kıvılcım tehlikesiydi. Sobanın önündeki halıları, kilimleri yakıp yangın çıkarabilirdi.
Fabrika İtfaiyecileri tarafından her yıl temizlenen lojman bacaları, talaş sobalarının keyfini kat, kat arttırırdı. Ilık havalarda az açılan sürgülü delik ile kalorifer gibi için için yanan talaş sobaları, soğuk havalarda önü açılınca adeta lokomotif gibi “Puf, Puf, puf…” sesleriyle gürül gürül yanardı.
Sobanın ince sacdan kenarları hafiften kızarırdı. İşte o zaman sıra kestanelere gelirdi. Bıçakla kabuğunu yardığımız kestaneleri üst kapağın tamamını kaplayacak kadar dizer, arada bir sobanın ayrılmaz demirbaşı uzun maşalarla kestaneleri çevirir pişirirdik. Kahvaltıda sobanın, üzerinde ekmek kızartıp tereyağı ve peynirle yemek, Sucuğu çatala batırıp sobanın ön deliğinden biraz içeri sokarak sucuk pişirmek ekstra güzelliklerimizdi…
O zamanlar mangaldan, kömür sobasından sızan gazlardan zehirlenmeler, ölümler olurdu. Talaş sobası o bakımdan da özellikle çok emniyetliydi…
İşte böyle…
Yazdıklarım özel bir şey değil her Sümerbank çocuğunun bildiği, yaşadığı güzel şeyler… Aslında Sümerbank’ın o kadar çok anlatılacak hikayesi var ki…
Neyse onları da başka zaman yazarım.
Muhabbetle kalın…
Nihal Taş